10 Ocak 2016 Pazar

YILANI ÖLDÜRMEK






                      YILANI ÖLDÜRMEK

     Ahmet Amca ile babamın icar ettikleri kayısı bahçesi, etrafı kaysı ağaçları, bahçenin geri kalan iç kısımları ekenekti. Birbirini tamamlayan iki bahçeden, yukarı bölümünde sebze ve bostan aşağı bölümde ise buğday ekiliydi.
     Malatya'da buğday ve arpanın hasat mevsimi, kayısıların tamda olgunlaşması dönemine rastlar.
     Ben, ablam ve Ahmet Amcanın kızı Nahide, her sabah düzenli olarak, kaysı ağaçlarının diplerini dolaşır, yere dökülen kayısıları toplar, sergen yerine getirir ve toprak sergende, çekirdeğini çıkararak, iki parçalı olarak güneşe yarardık. Bu işlem kayısının gerçek derim zamanında, bizlik olmaktan çıkar, yetişkinlerin işi olurdu. Çünkü kayısılar, on beş gün gibi kısa bir zamanda olgunlaşır ve hızlı bir şekilde hasat edilir. O, on beş gün içinde, sabahın erken saatlerinde kayısılar çarpılır, toplanır ve yarma işi, gece geç saatlere kadar devam ederdi. O yıllarda, Malatya'da islimleme işi bu kadar gelişmemişti ve kayısıların çoğu hudayı dediğimiz, (Aşılı olmayan) cinstendi. Çok azı aşılı kayısılardı ve şekerpare türü çirin yapıldığı cinstendi ve islimlenmeye tabi tutulurdu.
    Gene o yıllarda, kayısıyı modern olarak işleyen tek bir işletme vardı. Hasan Çuhadar'ın işletmesi. Hasan Çuhadar, Malatya'nın ileri gelen ailelerindendi. Hanımın Çiftliği dediğimiz muhitte, büyük bir çiftliği ve içerisinde büyük sayılabilecek, kaysı işleme tesisi vardı. Bir kaç kez babam, buraya kaysı getirdiği  zaman, kaysı taylarının arasında, eşeğin sırtında bende gelmiştim. Beton zemine serili kayısı sergeni, gerili iplere asılı, kaysı pestili, etrafa gelişi güzel atılmış, tahta kasa ve geniş saratlar vardı. Bunların arasında bir kaç küme halinde çalışan, işçi kadınlar ve ağır işleri üstlenen erkek işçiler.
     İşletmeye, gidecek kaysılar akşamdan hazırlanırdı. Gün boyu, derilen, toplanan ve ayıklanan kaysılar, sandıklanırdı. Sabah erkenden sandık çiftleri, eşeklere yüklenir ve bir, iki saatlik uzaklıktaki, Hasan Çuhadar'ın işletmesine götürülürdü. Babam ısrarlarıma dayanamaz beni de yanına alırdı. Yaşım küçüktü, bunu da okula gitmediğim yıllarda olmasından biliyordum. Anılarımı yıllar geçip te bende bırakmış olduğu, derin izleri tekrar tekrar hatırlamamdan kaynaklıydı.
    Aslında, yukarıda anlattıklarımı, asıl olan bir anıma ulaşmak için yazdım. Bir de bugün, Malatya'da
binlerce dönümlük arazide, kaysı tarımının yapılıyor olması ve küçüklü, büyüklü yüzlerce kaysı işletme ve entegre tesislerinde yapılıyor olmasıyla, kıyaslamak içindi.
     Gelelim bizim, yılan hikayemize: Yaz sıcağının doruk yaptığı saatlerde, bahçenin altındaki, su yolunda bir, bağırtı, bir şamata koptu. ''Koşun yılan var, yılan''. ''Hani nerede?, şurada burada'', derken küreği, sopayı, tüfeği kapan ,çağırılan yöne doğru koşuyorlardı. Annem, benim koşmamı engelleyerek o, alana doğru yürüdük. Biz daha yolu yarılamıştı ki, bir tüfek sesi gümledi, peşinde de, ''İşte vurdm'' diye, komşu bahçe sahibinin oğlunun sesi duyuldu. Biz o mahale vardığımızda çevre bahçelerden gelmiş on kadar meraklı, öldürdükleri yılanı, yolun ortasına uzatmış, boyunu ölçüyorlardı. Şu kadar ayak, şu kadar metre, diye.
    Derken, kahramanların tesellisi düştü. Yılanı, öldürdükleri söğüdün dibine derince bir çukur kazıp, ölü yılanı, eştikleri çukura gömüp, uzaklaştılar. Biraz önceki, bağrışmanın, şamatanın yerini, ağustos böceklerinin ve çevrede ötüşen kuşların sesi aldı.
    Akşam üzeri, bahçeye gelen babama, günün en heyecanlı olayını anlattık, Babam, olaya çok üzüldü. ''Keşke, yılanı öldürmeselerdi, şu bahçelerin her birinde bu kadar can yaşıyor. Yılanın eşi, mutlaka öcünü alacaktır'', dedi. Buna dair de, geçmişte yaşanan olayları, bizim için hikayeleştirdi.
    Aradan fazla değil, bir, iki gün ya geçmiş, ya geçmemişti. Babam büyük bir üzüntüyle yanımıza geldi, ''Bizim eşeği yılan sokmuş'', haberini verdi. Ailece çok üzüldüğümüzü gören babam, ''Yılanın soktuğu bizlerden biri de olabilirdi, ''diyerek bizi teselliye çalıştı ama nafile. Eşeğimiz, neredeyse ,ailenin bir parçasıydı.
     Babam, bostandan kabak getirdi, birtakım,otlarla karıştırarak, bir pelte yapıp, eşeğin boynundaki yılanın ısırık yerine tatbik edip, bağladı. Ama olmadı, olamadı.
     Eşeğimiz çok hastaydı, vücudunun tamamı şişmiş ve boynuna yakın yerlerde sular akıyordu. Babam, eşeğin yularını bağlı olduğu kazıktan çözdü ve eşeği serbest bıraktı. Belki, bahçede hoşuna giden bir şeyler yer, diye.
     O gecenin sabahına kalktığımızda, eşek yoktu. Bahçenin dört bir yanını, bitişik bahçelere ve dereleri, yolları aradık, yer yarılmış ta, eşek içine girmişti sanki. Artık aramaktan vaz geçtik. Babam, ''bir yerlerde düşüp, gebermiştir. ''dedi.
     Gün öğlene doğru, Kır Bekçisi Garip Dayı geldi. Babama hitaben, ( Malatya ağzıyla,)  ''Ula Mahammet, senin eşek, gidip, Alosmanın avlusunda ölmüş, Azet te, eşeği tanımış. Bana, haber ver de, gelip üleşini kaldırsın, dedi. Sana haber vermiş oldum. Benden bu kadar. ''deyip, ayrıldı.
     Babam çaresiz, yarım saatlik uzaktaki, mahallenin yolunu tuttu, bende peşinde, Babam, gelmememi söyledi ama ben ısrar edince dayanamadı. Hadi gel, dedi ve yürüdü. Babama kavuşmak zordu ama, kavuşmak için, koşar adım yürüyordum.
    Nihayet, Azet Bacıgilin avlusuna girdik. Eşeğin leşini kenara çekmişlerdi. Merdiven başında oturan Azet Bacı, ''Oğul Mahammet, nooldu bu eşeğe ve neden buraya gelip gebermiş, ''diye sordu. Babam komiklik olsun diye gülerek, ''Onu ben, doktora gönderdim, doğruca sana gelmiş Azet Ana'' dedi. Birlikte gülüştüler. ( Azet Bacıgil, kaysı bahçelerini tuttuğumuz aileydi, Babam, icar zamanı, eşekle bir- iki kez bu eve gelmiş. Eşeğin tanıdığı kapıydı. )
     Babam mahallede, bir taş arabası bulup getirdi, bir kaç kişi de yardım etti ve eşeğin cansız bedenini arabaya yüklediler. Eşeğin leşi, Tombak denilen ve mahallelerden hayli uzak olan yere atıldı.
     Bahçe yolunda babam, ''Velahavle''çekiyordu ve kendi kendisine konuşur gibi, ''Hergün gittiği bizim eve gitmemiş, gittiği yere bak' ',diyordu.
      Asıl üzgün olan bendim. Nasıl üzülmezdim, bundan sora beni, kim eve götürecek. Babam, beni, eşeğimizin üzerine bindirir, ''Haydi oğlum, eşek seni eve götürür, ''derdi. Gerçekten uysal ve akıllı eşeğimiz beni eve taşırdı.
    '' Unutulur gibi değil, değil mi''? ( 10. 01. 2016 )

       Mustafa KURT
       Emkl.Öğrtmn.(Ben Çocukken Anılarından)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder