1 Aralık 2016 Perşembe
DÖRT AFACAN VE KÖR MERMİLER
DÖRT AFACAN VE KÖR MERMİLER
Puslu bir pazar günüydü. Ben, kardeşim Muharrem, Hısımın oğlu Şerif ve Hacıgül (Hüseyin Dayının oğlu Mehmet) Koyunlarımızı birbirlerine katarak, şimdiki Kiltepe (Gavur Mezarlığı) yolundan. Babuktu'ya, oradan da Boztepe (Şimdilerde Yeşiltepe) ye çıktık.
Boztepe o yıllarda, bomboş arazilerden ibaretti. Babuktu'dan çıkınca, Hem bizim taraftan gelen çobanların, Hem de Çavuşoğlu taraflarından gelen sürülerin otlatıldığı meraydı. Şehir yönünden gelen Dilek yolu, Yeşil Kaynak'tan sonra bir rampaya tırmanır. Rampanın bitiminde, bütün araziyi ikiye bölerek taa Dileğe kadar uzanırdı.
Yolun sağında, Askeriye'ye ait Mühimmat Depoları vardı. Askeri alanın dışarıya karşı bir korunağı yoktu. Bütün alanı tepeden gören bir Askeri Karakol ve birbirini gören dört tane nöbetçi kulübesi vardı. (Askeri Karakol'un yeri, şimdilerde Askeri Hastane Mühimmat Depoları ise tel kafeslerle korunağa alınmış, dışarıyla tüm bağlantıları kesilmiş, ağaçlandırılmış yeni binalar ve kışlalar eklenmiştir. Bitimi ise Şehir Mezarlığının başladığı yerdir ve o zamanlar mezarlık falan yoktu.)
Yolun solu ise, göz alabildiğine uzanan, binlerce dönümlük ''kır'' alanlardı. Güneyinde Tren İstasyonu, Batısında Topsöğüt ve Saman Köyü, Kuzeyinde ise Dilek'in sınırı olan Tren Hattı'na kadar devam ederdi.
Biz, küçük afacanları ilgilendiren ve hikayeye konu olan alan, Mühimmat Depolarının, alt bölümündeki küçük vadiydi.
Güttüğümüz koyunlarımızı, Asker Kulübeleri'nin görüş alanını dışında tutarak, korunaklı alanlardaki otlu alanları takip edip, sözünü ettiğim, o vadiye geldik.
Aslında orası, önceleri askerlerin atış talimi yaptıkları alanmış. Bunun böyle olduğunu, Şıllo'nun oğlu Adil Abi söylüyordu. Etrafa saçılmış bir sürü patlamamış, Beşli Mermilerinden anlıyormuş. Bu mermiler artık bizim oyuncaklarımız arasına girmişti.
Adil Abi'de bizler gibi, koyunlarını o tepelerde otlatan, yirmili yaşlarında bir gençti. Omuzunda her zaman taşıdığı, ''Evzalı'' bir tüfeği vardı. Biz, bulduğumuz mermileri Adil Abi'ye veriyoruz, o da mermilerin barutunu, tüfeğinde kullanmak için barut kutusuna boşaltıyordu. Bizlerin, bu gibi şeyleri kesinlikle yapmamamızı tembihlerdi.
O pazar, yine atış alanı yakınlarına geldiğimizde, bizden başka çoban yoktu. Başladık, dört kafadar mermi aramaya. Bulduk da. Bir zaman Adil Abi'yi bekledik ama ne gelen vardı, ne de giden. Şeytani bir fikirle, sağdan, soldan topladığımız odunlarla bir ateş yaktık. Elimizdeki dört mermiyi, yaktığımız ateşin içine atıp, ateşin uzağındaki bir çukara yattık. (Biz dört kafadardan üçümüz on birer, kardeşim ise sekiz yaşlarındaydık)
Beklediğimiz çukurda, mermilerin patlamasını sabırsızlıkla bekler haldeydik. Ama tedbiri de elden bırakmıyorduk. Benim iki elim iki kişinin omuzundaydı. Kafalarını kaldırmalarına izin vermiyordum. Daha fazla sabredemeyen Mehmet, çukurdan tam kafasını çıkarmıştı ki, mermilerden biri kulağını sıyırarak geçti. Dört merminin sonuncusu da patlayıncaya kadar çukurdan bir daha kafamızı çıkarmadık.
O gün, büyük bir kaza atlatmıştık. Ondan sonra, bu olay bize ''kulak küpesi'' oldu. Diğerlerini bilmem ama. biz Mehmet'le bir çok kez bu ders alınacak olayı anımsayarak, acı acı gülüyoruz.
Aslında bu hikayeyi yazmaktan amacım, okuyanların bundan, birden çok ders çıkarmasıdır.
Savaş alanlarına dönen, doğu ve güney bölgelerimizde, ne bombalar, ne mayınlar, ne uçaksavar mermileri ve roket mermileri gizlendikleri yerlerde pusuda beklemekteler. Bilhassa çocukları bu hususta uyaralım, yetişkinler de tedbiri elden bırakmamalı.
''Bir musibet, bin nasihatten iyidir'' (01.12.2016)
Mustafa KURT (Gerçek bir olay).
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder