5 Eylül 2015 Cumartesi

TURA OYUNU

''TURA OYUNU''
Sevgili dostlar, bugün folklorümüzün içinde yer alan ve unutulmaya yüz tutmuş  '' TURA '' oyunu hakkında bildiklerimi paylaşmaya çalışacağım. Ayrıca Suceyin Köyü' nde bir dostumdan da bahsedeceğim.
BÜKEMİN OĞLU '' SÜNNETÇİ MEHMET BOZKURT ''
Önce TURA nedir ?
Tura, düğünlerde ve sahada yapılan eğlencelerde zaman zaman oynanan, sopalaşma oyunu diyebiliriz. Dayanıklılığı, yiğitliği ve atikliği gerektiren ve yöreden yöreye farklılıklar gösteren, mahalli oyunlarımızdandır.
Oyunun malzemesi :
Tura oyununun bir tek malzemesi vardır. '' TURA ''
Tura, yular sapı dediğimiz, iki buçuk, üç metrelik urgandan oluşur.
Kendir bitkisinin kabuğu olan tiftik, özel işlemlerden geçirilerek, çuval, sicim, kalın urgan ve dokuma malzemesi olarak kullanılır. Ülkemizde, kendir tarımının çokça yapıldığı ilimiz Kastamonu'dur. Önceleri Malatya' mızda da kendir tarımı yapılırdı. Fakat son yıllarda,birçok sanayi bitkilerindeki yokoluş kendiri de vurmuştur. Şimdilerde yerini plastik ve elyafa terketmiştir.
İşte aile işletmeciliğinde, tarımsal amaçlı üretilen ve büyükbaş hayvanların başlarına ve boyunlarına ( Onları kontrol altında tutmak için ) takılan malzemeye yular ve onun uzantı ipine de '' yular sapı ''denir.
Bu bilgileri verdikten sonra, artık oyuna geçebiliriz. Yular sapı ikiye katlanır, bükülür ve suya daldırılır. Suyu emen urgan, kıvrak bir sopaya dönüşür. TURA hazırdır.
Sekiz,on kişiden oluşan oyuncular, geniş bir halka oluşturur. Ortada, oyunun kurallarını belirleyen ve kontrolü sağlayan bir hakem. Davul ve zurna da varsa oyuna başlanabilir.
Hakem, turayı saymaca usulüyle belirlenen ebeye verir. Hakemin işaretiyle, tokmak davula vurulur ve zurna '' Cezayir'' havasını çalar. Artık oyun başlamıştır.
Ebe, elindeki ip sopayı sallayarak halkadakilerin kollayarak, halka içinde dönmeye başlar. Turacıya gözünü kestiren oyunculardan biri, yumruğunu sıkarak ebeye hücum eder ve punduna getirerek onun sırtına yumruğu indirip kaçar. Turacı, kendisine yumruk vuranı kovalar, var gücüyle,kaçan kişinin başından aşağı. kalçadan yukarı,yani sırtına turayı şaklatır. Turayı halkada hamle yapan birine teslim eder, kaçarak halkadaki boşalan yere geçer.
Oyun tekrarlanarak, onlarca tur dönülür.
Davul, zurna çalar, seyirciler oyunculara alkışla morel takviye ederler. Bir şeyi anlatmayı unuttum, oyuncular gömlekli olma şartına bağlıdırlar. yani giyside kaba bir şey giymemiş olma şartına uyarlar.
Oyun sonrası, sırtları açıldığında, sopanın kalınlığında birkaç kanlanmış izler görülür. Bu oyununun dayanıklık ve güç oyunu olduğunu belirtmiştim. Ancak kendine güvenen, çevik ve oyunda pişmiş olanlar az dayak yer ama çok dayak atar.
Anadolu' da çokça oynanan bir oyundur. Bana kalırsa, biraz da tehlikeli bir oyundur  Sakat kalma, kaburga kemiklerinde ve kollarda kırılma, ciğerlere kan oturması veya ciğer yırtılmaları olabilecek bir oyundur.
Suceyin Toprağı' nda en iyi turayı Bükemin Oğlu Sünnetçi Mehmet Bozkurt oynardı. ( Köyün ve çevre köylerin o yıllarda tek sünnetçisiydi. Fenni sünnet henüz o yörelere gelmemişti. Sünnetçi Mehmet her halde, baba mesleğini sürdürüyordu ) 1.85 m. kadar boyunda 75 kg. kadar ağırlığında, atletik sayılacak adaleli bir vücuda sahipti. Oyuna dahil olduğu zaman oyuncularda her biri ondan tura yememeye çalışırdı. Vurduğu her tura rakibini sarsar ve bağırtırdı. Çok ta çalımlı duruşlar sergiler, çevresini kartal gözü ile süzerdi. Turadan kaçmayı kendisine yedirmez, her yediği turaya gülerdi ama sırtından gömleğine çıkan kanı herkes görürdü.
Sünnetçi Mehmet, halk oyunlarını da güzel oynardı.
Sanırım ( Sanırım diyorum ,çünkü çok bilmiyorum ) ailesi sonradan gelip bu köye yerleşmişti. Kendisi, bu köyden evliydi. İkisi erkek, üçü kız olmak üzere beş evladı vardı. Beş çocuğu da belirsiz aralıklarla öğrencimiz oldular.
1970 yılı sayımında Komönü denilen küçük mahallede sayım yaptığım sırada, henüz tanışalı çok olmamıştı. Sünnetçi'nin ailesini yazmak için kendisini, Ali Metin'nin ( Cinali ) evinin ayvanına çağırdık ve hane halkını yazarken gülerek, Hocam dedi, bir de yeni bebemiz oldu. Ona henüz isim vermedik. Onu da mı yazacaksın ? Elbette dedim, şimdi bir isim veririz, onu da yazarız, dedim. Küçük bebeğe kız kardeşimin adını vedim ve belgeye '' Gülay ''yazdım. Yani Gülay Bebeğin isim babası oldum. Okula başladığı yıl ben hala Suceyin' de öğretmendim. Böyle de bir anım var.
Kimler geldi kimler geçti, dostlar göçtü, anıları kaldı.( 13. 05. 2015
Mustafa KURT
Emkl. Öğrtmn. ( Anılardan Sayfalar )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder