27 Aralık 2015 Pazar
HAYDİ OĞLUM
HAYDİ OĞLUM,
Ben çocukken isimli yeni bir hatıralar zincirine başlıyorum.Ne kadar başarılı olurum bilmiyorum.
Çocukluk hatıralarımı yazarken,belli bir kronolojik sıralama yapmadım.Sadece hafızamda yer etmiş ve zihnimi çokça meşgul edenleri kaleme aldım.
Bugünkü yazımın başlığı:
HAYDİ OĞLUM,EŞEK SENİ EVE GÖTÜRÜR,
Şimdiki Şehir Mezarlığının doğu yamacındaki arazinin bilinen en eski adı, ŞİVANLI'dır. Şivanlı, Yeşil Kaynak'tan başlar, taa Kayalık'a kadar uzanan,uzunluğu 10 km, eni yer yer 500 m. yi bulan eğimli bir arazidir. Arazi, her biri on beş, yirmi dönümlük, onlarca, etrafı meyvelik, iç kısımları ekenek olan, yine etrafı çitlerle çevrili, bahçelerdi. Oldukça da bitkel toprağı vardı ve bahçe tarımı yapılırdı.
O yıl, babam komşumuz Ahmet Amca ile birlikte, Şivanlı'nın orta sayılacak yerinde bir kayısı bahçesi icar etmişlerdi.
Ahmet Amca, bizim de olduğu gibi, küçük koyun sürüsü olan bir komşumuzdu. Ahmet Amca, babamla anlaşarak, koyunları kendisi güdecek, babam da kayısı bahçesiyle ilgilenecekti. Nitekim de öyle oldu.
Benim de günlerimin çoğu, kayısı bahçesinde, babamın yanında geçiyordu. Şimdilerde düşünüyorum da, sabahları oraya nasıl giderdim, bilmiyorum. Ama akşam eve dönüşlerimi hiç unutmuyorum. Çünkü bunun bende unutamadığım, bir anısı vardı.
Gün akşama doğru döndüğünde babam, var olan eşeğimizi çeker, beni üzerine bindirir, eşeğin yular sapını palanın ( Semerin ) küçük halkasına bağlar, geri kalan ipi bir halka yapardı. Bana bu 'halkadan' sıkıca tutmamı tembihlerdi ve her defasında bana, ''haydi oğlum; eşek seni eve götürür.'' der ve eşeğe ''ço'' diyerek, hareket etmesini sağlardı.
Ben ve sırtında bulunduğum eşek, belli tempoyla yola koyulurduk .Eşeğimiz çok uysaldı ve de akıllıydı. Beni düşürecek hiç bir hareket yapmazdı. Bazan bir ota veya yoldaki eşek pisliğini koklamaya kalktığında, babamın, onun eğilmesine mani olması için, yularını kısa bağladığını sezerdim.
Evimiz, kaysı bahçesine, beş km. kadar uzaklıktaydı. ( Bunu yıllar sonra edindiğim bilgilerimle tespit etmiştim.) Yol boyunca ne yapardım, bilmiyorum. Unutmadığım tek ve özel olan şey, on binlerce karganın yatak tuttuğu yer ve kargalar.
Şimdilerde Kiltepe, denilen ve yerleşim yeri olan o yer, yörede Ermeni Mezarlığı olduğu için ''Gavur Mezarlığı'' denilen tepeceğin, batı yamacına, akşam gün batımına yakın saatlerde, nerede ve nasıl geldikleri belli olmayan on binlerce karga, uçan, konan, pozisyon değiştiren ve kulakları sağır edecek derecedeki çığlıkları, unutulur gibi değildi. Birde, biz ilerledikçe onların ileriye, daha ileriye doğru yer değiştirmelerini hiç unutamam.
Eve varıp varmadığım hiç aklıma gelmiyor. Daha uzun yıllar yaşadığıma göre, eşek beni eve götürmüştür. Hatırıma gelmemesi çok normaldir, çünkü henüz ilkokula bile, başlamamıştım.
6 Eylül 2015 Pazar
NERDEYSE 50 YILLIK UNUTULMAYAN LEZZET:
NEREDEYSE 50 YILLIK LEZZET
O yıl, Malatya İli, Pütürge İlçesi, Bağırsak Dere Köyü Öğretmeniydim. Bu anı ise, kasabadan köye yaptığımız bir yolculuğun hikayesidir. O yıllarda kasaba ve köy yolları, patikalardı. Hiç bir köy yolu yapılı değildi. ( Ancak beldeler hariç.)
Önümüzde yürünecek 20 km. lik yol vardı.
Üç arkadaş ( Biri ben, ikisi de köylü dostlarımdan) öğlen yemeklerimizi kasabada yedik, zaman geçirmeden, şemsiyelerimizi açıp, yola koyulduk. Mevsim kıştı ve inceden bir yağmur yağıyordu.
Taşmış Platosunu henüz aşmıştık ki yağmur önce sulu kara, sonra da iyiden iyiye kara çevirdi. Ortalığı bir de kesif sis kaplamıştı ve on, on beş metre önümüzü görmek neredeyse imkansız hale gelmişti. Yol arkadaşlarımın ikisi de yolu çok iyi biliyorlardı.
Babik Çay Yatağı'na geldiğimizde, kar topuklarımızı geçmişti. Derken çay yatağından, ''palan döken'' cinsinden bir bayırı tırmanıp, düze çıktık.
Üçümüz de hayli yorulmuştuk, elimizdeki alışveriş filelerimizi karın üzerine bırakarak birer meşe ağacına sırtımızı verip çömeldik. Üçümüzün de ağzında fabrika dumanı gibi buhar çıkıyordu. Arkadaşları bilmem ama ben kan ter içinde kalmıştım ve çok acıkmıştım.
Biraz dinlendikten sonra yola koyulduk. Yoğunluğunu artıran kar, neredeyse diz kapağımıza çıkmış, yol almak giderek zorlaşmıştı.
Bir müddet sonra, kafilenin gerisinde olan ben, neredeyse takatten kesilmiştim. Önde yürüyen Ramazan'a seslendim: (Diğer arkadaşın adı ise Derviş' ti ) Ramazan, ''Ben çok yoruldu ve acıktım;'' dedim.
Ramazan:
''Hocam, keşke önce söyleseydin, biraz önce bir köyün çok yakınında geçtik,''dedi. Ben nereden bilebilirdim, bir köyün yakınında geçtiğimizi. Sisten zaten göz gözü görmüyordu.
''Hocam biraz daha gayret '' diye, yürümeyi sürdürdü.
Az sonra karı az bir alana geldik. Çevremizde koca koca meşe ağaçları vardı. Karın altındaki yükseltilerden buranın bir köy mezarlığı olduğunu anladım.
Ramazan, ikimize hitaben,
''Siz şurada biraz dinlenin, ben hemen geliyorum, ''diyerek, bizden ayrılıp, sisin arasına daldı. Biz ise, koca meşe ağaçlardan birine sırt verip oturduk.
Biraz sonra, sislerin arasında Ramazan çıkıp geldi. Elinde iki köy ekmeği, bir koca kesek, kuru çökelek vardı. Ekmeğin birinde, kocaman bir parça bölerek bana verdi. Kocaman bir parça da çökelek uzattı. Geri kalan nevaleyi de aralarında pay ettiler.
''Vakit akşamdı, durmak olmazdı''. Bu sözler, daha tecrübelimiz olan, Derviş'e aitti, devamla, 'Hem yürüyün, hem yiyin '' dedi.
Başladık yürümeye. Ben, hem yürüyor, hem de kara köy ekmeğinden ( Bu köy ekmeği yöreye özgü bir ekmektir. Mısır ve çavdar ununun karışımından yapılır. Besleyici değeri yüksek ama bayatının yiyimi çok zor bir ekmekti. Köylü bayanlar, akşamdan mayaladıkları hamuru üçe ayırırlar, her sabah, öğlen ve akşam için ayrı ayrı sac kurarlar. Emeği taze taze yiyebilsinler diye. Ama bize verdikleri ekmek, oldukça bayattı.) parçalar ısırıyor, çökelek keseğinden kemiriyor ve yerden aldığım karla lokmamı yumuşatıyordum. Ağzıma yayılan ekmeğin, çökeleğin acımsı lezzeti ve karın soğuk katıklığı, müthiş lezzet lokması haline geliyordu.
Nevalemi son kırıntısına kadar yiyip, tükettim. İşte hayatımda yediğim bu lezzeti, neredeyse yarım yüz yıldır unutamadım. Yediğim kar da cabası.
Bu yolculukta, iki ders çıkardım. Birincisi o günden sonra çıkacağım yolculuklarda, yanıma bolca 'yol azığı' alırım. İkincisi de ''Ekmeğin katığının açlık olduğu'' gerçeği.
Yemeğin ilk lokmasından itibaren, gözlerim açıldı, dizlerime güç geldi.
Yağan kar da biraz hafiflemişti.
Ramazan ve Derviş'in, yer değiştirerek açtıkları çığırdan yürüyerek, geri kalan yolumuzu,dinlene yürüye tüketip, köye vardık.
Köy öğretmenliğimiz yıllarında, en hafif geçirdiğimiz ve içinde, tatlı tatlı tebessüm edilecek bir anımı sizlerle paylaştım. Sonraki yıllarda yaşadıklarımız yanında, halk deyimiyle '' peynir, ekmek kalır ''. (06. 09. 2015
5 Eylül 2015 Cumartesi
ANAYURDUM - ANADOLU'M
ANAYURDUM - ANADOLU'M
Cennet gibi süslü,hep sağı,solu.
Kopsa bütün fertlerin bacağı,kolu.
Düşmanını dişimizle didik-didik eder,
Savunuruz seni,Anayurdum,Anadolu'm.
Kopsa bütün fertlerin bacağı,kolu.
Düşmanını dişimizle didik-didik eder,
Savunuruz seni,Anayurdum,Anadolu'm.
Bizlere yurt oldun,ne mutlu sana.
Sende hür yaşıyorum,ne mutlu bana.
Bütün yurtlar boyansa ateşe,kana,
Savunuruz seni Anayurdum,Anadolu'm.
Sende hür yaşıyorum,ne mutlu bana.
Bütün yurtlar boyansa ateşe,kana,
Savunuruz seni Anayurdum,Anadolu'm.
Mustafa KURT Emkl.Öğrtmn.
Şiir Defterinden
Not:Kürt kardeşlerimizi asla düşman gözünde görmüyorum.Bu dışardan gelenler ve maşa olarak kullanılanlar için.
Şiir Defterinden
Not:Kürt kardeşlerimizi asla düşman gözünde görmüyorum.Bu dışardan gelenler ve maşa olarak kullanılanlar için.
SUCEYİN'DE 4 GÜN
SUCEYİN'DE 4 GÜN
Sıcakların beni bunalttığı şu günlerde,bana ilaç gibi gelen bir ziyaret gerçekleştirdim.Evet bu seyayatı sık sık yapmam gerektiği halde,araya kapatılması mümkün olmayan zaman bıraktım.İnanın bu beni utandırıyor.Ne var ki kısmet demekten başka da çare yoktur.
Suceyin'den TALİP ÖZBEK telefon etti,köyde olduklarını söyledi.Gelmem halinde çok mutlu olacaklarını belirtti.Hiç terettüt etmeden evet dedim ve birbuçuk saat sonra Arapkir'deydim.(Daha önce neden yapmadığıma şaşıyorum.)
Talip ve İmam Yaman beni Arapkir'de karşıladılar.
Guyulan Çeşmesi'nde buz gibi suyu içtik.
Ucna'da bizi bekleyen dostlara dahil olduk.Üç kuşaktan Suceyinli vardı.Oldukça duygusal anlar yaşadık.
İsimleri zikretmeyeceğim.Çünkü yeniden bir kabarık liste çıkar.
Ucna'da bizim için hazırlanan mükellef sofrada yemeğimizi yedik.
Köyde dört gün kaldım.Öylesine duygulu anlar yaşadım ki anlatamam.Bilhassa öğrencilerim olan,fakat şimdilerde anne ,annaanne,baba anne olmuşlar.paylaştıkları anılar,hem kendilerini hem de beni ağlattı.
Dört günde ulaşabildiğim tüm dostlarımın evlerini ziyaret ettim.Benden sonra Hakkın Rahmetine kavuşan kadın,erkek,genç,ihtiyar kim varsa ruhlarına dualar okuduk.Hülasa taziyelerimi sundum.Acılarımızı ortak yaptık.
Dört gün bana az geldi.Yine geleceğime dair söz vererek yine Talip ve birkaç öğrencim ve dostlarımla kasabaya döndük.
Böylece hayatımın en güzel yolculuklarından birini noktalamış oldum.
İşin teferuatına girecek olsam,birkaç sayfa tutardı.Bu kadarla yetindim.Beni hiç unutmamış olarak bağırlarına basan güzel insanları sevgi ve muhabbetle kucaklıyorum.
Onları birgün ziyaratlerimle usandıracağım.
Mustafa KURT
Suceyin Eski (Eskimemiş) Öğrtmni. 31.07.2015
Düzeltilmiş hali.
Suceyin'den TALİP ÖZBEK telefon etti,köyde olduklarını söyledi.Gelmem halinde çok mutlu olacaklarını belirtti.Hiç terettüt etmeden evet dedim ve birbuçuk saat sonra Arapkir'deydim.(Daha önce neden yapmadığıma şaşıyorum.)
Talip ve İmam Yaman beni Arapkir'de karşıladılar.
Guyulan Çeşmesi'nde buz gibi suyu içtik.
Ucna'da bizi bekleyen dostlara dahil olduk.Üç kuşaktan Suceyinli vardı.Oldukça duygusal anlar yaşadık.
İsimleri zikretmeyeceğim.Çünkü yeniden bir kabarık liste çıkar.
Ucna'da bizim için hazırlanan mükellef sofrada yemeğimizi yedik.
Köyde dört gün kaldım.Öylesine duygulu anlar yaşadım ki anlatamam.Bilhassa öğrencilerim olan,fakat şimdilerde anne ,annaanne,baba anne olmuşlar.paylaştıkları anılar,hem kendilerini hem de beni ağlattı.
Dört günde ulaşabildiğim tüm dostlarımın evlerini ziyaret ettim.Benden sonra Hakkın Rahmetine kavuşan kadın,erkek,genç,ihtiyar kim varsa ruhlarına dualar okuduk.Hülasa taziyelerimi sundum.Acılarımızı ortak yaptık.
Dört gün bana az geldi.Yine geleceğime dair söz vererek yine Talip ve birkaç öğrencim ve dostlarımla kasabaya döndük.
Böylece hayatımın en güzel yolculuklarından birini noktalamış oldum.
İşin teferuatına girecek olsam,birkaç sayfa tutardı.Bu kadarla yetindim.Beni hiç unutmamış olarak bağırlarına basan güzel insanları sevgi ve muhabbetle kucaklıyorum.
Onları birgün ziyaratlerimle usandıracağım.
Mustafa KURT
Suceyin Eski (Eskimemiş) Öğrtmni. 31.07.2015
Düzeltilmiş hali.
ŞU REZİL HAYATA YUH OLSUN
ŞU REZİL HAYATA YUH OLSUN
Köy uzak şehre,
Hasan Emmi yaya,
Kan ter içinde.
Baktı yakıcı güneşe,
Bir of çekti,
Of...
Hasan Emmi yaya,
Kan ter içinde.
Baktı yakıcı güneşe,
Bir of çekti,
Of...
Yorgundu,hemde çok.
Dikti gözünü,Ta.. karşıda,
Yeşeren yere.
Varmak için bir gayret,
Bir gayret daha,
...........................
Vardı nihayet...
Attı heybesini,gelişi güzel.
Saldırdı,olukta akan suya.
İçti kana kana.
Bir oh çekti,
Oh.....
Dikti gözünü,Ta.. karşıda,
Yeşeren yere.
Varmak için bir gayret,
Bir gayret daha,
...........................
Vardı nihayet...
Attı heybesini,gelişi güzel.
Saldırdı,olukta akan suya.
İçti kana kana.
Bir oh çekti,
Oh.....
Sonra verdi sırtını,
Söğüt ağacına.
Daldı tatlı hayallere.
Köyüne giden,güzel bir yol.
Saat başı arabalar.
Hasan Emmi atladımı,
Şeher aha...
Söğüt ağacına.
Daldı tatlı hayallere.
Köyüne giden,güzel bir yol.
Saat başı arabalar.
Hasan Emmi atladımı,
Şeher aha...
Sonra da değişti fikri.
Olmayacak diye düşündü,
Olmayacak.Hem de hiç.
Şu rezil hayata,
Bir yuh çekti.
Yuh.....
Olmayacak diye düşündü,
Olmayacak.Hem de hiç.
Şu rezil hayata,
Bir yuh çekti.
Yuh.....
MUSTAFA KURT
Şiir Defterinden 1969
Şiir Defterinden 1969
YAZACAĞIM O KADAR ŞEY VAR Kİ,YAZAMIYORUM,ÇÜNKÜ ÇOK SICAK.
Öyleyse Şiir Defterine Baş Vurup Bir Şiir Paylaşayım Dedim.
Sevgili dostlar,bizim henüz öğretmen olduğumuz yıllarda,hem köylülerimiz,hemde bizler,yol sorunu yaşardık.Hasan Emmi bir şiirle özlemini dile getiriyor.
Öyleyse Şiir Defterine Baş Vurup Bir Şiir Paylaşayım Dedim.
Sevgili dostlar,bizim henüz öğretmen olduğumuz yıllarda,hem köylülerimiz,hemde bizler,yol sorunu yaşardık.Hasan Emmi bir şiirle özlemini dile getiriyor.
TÜKENMEK ÜZERE UMUTLARIM
Bir gencin hezeyanları olarak değerlendirin.( Yaş 21 )
TÜKENMEK ÜZERE UMUTLARIM
Uykunun kurşun ağırlığını,göz kapaklarımda,
Kovmak istiyorum,gecenin geç saatlerinde.
Kapım,pencerem açık,baharın nemli rüzgarına.
Uçuşur umutlarım,peşpeşe yarasa kanatlarında,
Kovmak istiyorum,gecenin geç saatlerinde.
Kapım,pencerem açık,baharın nemli rüzgarına.
Uçuşur umutlarım,peşpeşe yarasa kanatlarında,
Gürültülü göz kırpışlarla,çalkanan gök yüzüne,
Dalan gözlerimde,sevinçlerim dönüşür hüzüne.
Yalan olur tüm gerçekler,saatler ilerlediköe,
Dost bildiğim her şey,düşman görünür gözüme.
Dalan gözlerimde,sevinçlerim dönüşür hüzüne.
Yalan olur tüm gerçekler,saatler ilerlediköe,
Dost bildiğim her şey,düşman görünür gözüme.
MUSTAFA KURT
Şiir Defterinden 1969 Dikili Taş ( Bağırsak Dere)
Şiir Defterinden 1969 Dikili Taş ( Bağırsak Dere)
ESKİDEN KÖY DÜĞÜNLERİ
ESKİDEN KÖY DÜĞÜNLERİ:
1970'li yıllarda köy düğünleri: SUCEYİN' DE DÜĞÜN VAR
1970'li yıllarda köy düğünleri: SUCEYİN' DE DÜĞÜN VAR
Sevgili dostlar, benim bu gün sizlerle paylaşacağım düğün anlatımım, o yıllarda Malatya ve çevresinde yapılan ve üç aşağı, beş yukarı birbirine benzeyen köy düğünlerinden biri diyelim.
Gene örneklediğim köy düğünü, anılarımda yer alan Suceyin Köyü' ne ait ve onlarca yılın örf ve adetini içinde barındıran ve renkli folklorümüzden sadece bir kesit.
Aylarca süren bir sürecin sonunda, bir gün kapınız çalınır. Falanca dayı oğlunu evlendiriyor, sizlere selamı var. Falan gün, buyurun gelin, diye size '' okuntu '' denilen bir armağan sunar. Bu okuntu.bir çay bardağıdır, bir mendildir veya küçük paketlerde şeker veya lokumdan oluşur. Kendisine okuntu gönderilen kişi, selamı '' baş üstüne '' alır ve okuntuyu getiren kişiye bahşiş verir.
Bir müddet sonra, kız evinin '' okuntus u'' gelir, aynı merasim tekrarlanır.
Düğün günü, köyde düğünlerde bayrak taşıyan şahıs, ( Bu şahıs, sağ olduğu müddetçe değişmezdi, Suceyin Köyü' nün değişmeyen bayrakçısı '' ERKEK EMMİ '' lakaplı M. Ali Oral' dı. Uzunca ve düzgün bir sırığa takılı, orta boy bir bayrağı, erkek evinin ( Damadın ) damına dikerdi. ( O yıllarda köyde tek çatılı bina köy okulu, varsa öğretmen lojmanıydı.) Sato Dayı, tokmağını davula vurur. Karadayı zurnayla '' Cezayir Havası' yla '' ona eşlik eder. Zaten, tokmak davula vurulduğu an düğün başlamıştır.
Düğün gününe kadar, olaylar birçok evreler geçirmiştir. Yine yer yer küçük farklılıklar gösterse de tüm yörede düğün, ayni aşamalarda geçer.
Suceyin' de iki gencin evlendirilmesi, görücü usulüne göre yapılmaz. Önce, kız - erkek iki genç, kuytu sayılabilecek yerlerde konuşur, anlaşırlar. Birbirini isteyen iki gençten,e rkeğin ana ve babası, kız evini ziyaret ederek, ağız yoklaması yaparlar. Kız evini verimkar görürlerse, aile büyükleri, kız evine '' kahve içme '' ziyaretinde bulunurlar. Sohpet geçişinden sonra, Türkiye' nin her yerinde olduğu gibi '' Allahın Emri, Peygamber'in Kavli '' ile kız istenir.
Kız, ailesi tarafından verilmişse, '' şirinlik '' denilen bir şerbet içilir. Düğünde yapılacak alış verişler konuşulur. Kız evi fakirse, aileye düğünde harcaması için, bir miktar para verilir. ( Suceyin' de benim bildiğim kadarıyla, başlık parası yoktu. Eğer istenen kız ailesi tarafından verilmez ise, daha önce anlaşmış olan gençler kaçarlar. İşte o zaman, köyün ileri gelenleri, iki aileyi anlaştırmak için araya girer ve bir miktar kan parası alınarak, iş tatlıya bağlanır. Güzel olan bir şeyi de burdan anlatmadan geçemem. Hiç bir Suceyinli resmi nikah yapmadan kızının düğününü tutmaz.) Derken kararlaştırılan bir gün iki aile Kasaba Pazarı' na giderek, düğün alış verişi (pırtı alış verişi ) yaparlar. Halleri elverdiği nispetle altın takılar da alırlar. Böylece, ''düğün maserifi '' görülmüş olur.
Sıra, gelin elbisesinin dikilmesine ve her yerde olduğu gibi, çeyiz hazrlamaya gelir. Oymalı çeyiz sandığı alınır, gerekli gereçler konur. Yün yataklar köpünür. Kız evinde bunlar yaşanırken, erkek evi ise misafir ağırlama mekanları hazırlamak, kız evine gönderilecek hediye paketi hazılamak ve çerez sinisi hazırlamakla meşguldür. Sonuç olarak her iki düğün evinde bir telaş, bir telaş, görmeyin gitsin.
Telaş sadece düğün evleriyle sınırlı kalmaz. Her evde, düğüne gitme telaşı vardır. Sandıklar boşaltılır, özel günlerde giyilmek için saklanan pırtılar dışarı dökülür, fesler kalıba konur, gümüşler parlatılır, beyaz izarlar hazırlanır, varsa kıymetli takılar çıkarılır.
Düğün günü olanlar, kutnudan yapılmış üç etek kaftan, içine beyaz içlik giyer, beline yün kuşak sarar, kırmızı veya mor atlastan ,paçaları boğmalı tumanlar giyerler. Başa fes vurur, bel altına kadar sarkan beyaz tülbent ( izar ) örterler. Ayağa yörede dokunan halı motifli çorap giyer, ayakkabı olarak,ya '' Ankara Lastiği '' ya da deri yemeni veya topuksuz iskarpin giyerek, milli kıyafetine bürünürler. Bu tür kıyafeti olmayanlar ise allı, morlu basmadan yapılmış fistanlar giyer, beline puşu bağlar ve olmazsa olmazı, köylü başı yaparlar. Çocuklar giydirilir, beylerine sandıkta basılı, özel günler için saklanmış elbiseler giydirilir.
Artık koca köy, düğüne hazırdır.
Sato Dayı, davula tokmağı vurmuş, Kara Dayı, zurnayı üflemişse, düğün fiilen başlamıştır. Davul sesini duyan köylüler, yavaş, yavaş düğün evine yollanırlar.
Damat Bey, siyah takım elbisesini, beyaz gömleğini giymiş, havlu atkısını iki dişi arasına alarak ( Damadın güldüğü görülürse, davarlar uyuz olurmuş.) bir sandalyeye oturmuştur. Davulcu ondan bahşişini alır ve halaya geçilir. Yörede, Malatya-Malatya, Elazığ Diki, Üçayak. Halay, Semah gibi oyunlar sıkça oynanır. Ayrıca kişisel becerisi olanlar, Delilo, Narey, Malatya Çiftetellisi oynarlar. Ayrıca Köy yiğitleri tarafından oynanan '' tura '' oyununun tadına doyulmaz.
Bir de, ortada dolaşıp, düğünü kızıştıran soytarı vardır. Oynayanları seyreden kişilerden para ve selam alır, parayı zurnacıya verir ve oynayanlara şöyle seslenir: ' 'Falanca beyin, ağanın veya dayının selamı var, para harcadı, iyi oynasınlar dedi '' der. Halaydakiler uzunca bir, Heeey çektikten sonra, '' kesesine bereket ''diyerek, oyunu sürdürürler. Düğünlerde, bayanlar pek oynamaz, seyiri tercih ederler. Sanırım ev içlerinde kendilerince eğlenirler. Yalnız, yaşlıca bayanlar, erkekli, bayanlı '' Arguvan Semah'ı '' dönerler.
Düğün, hem damat evinde, hem de gelin evinde coşkuyla iki gün devam eder. Geceleri, düğünün davullu zurnalı kısmı susar, önceden belirlenmiş köy odalarında, yaşa ve konuma göre kurulan sofralarda, yenilir içilir, şarkı ve türküler söylenerek, sabahlara kadar eğlenilir. Damatta akranları ile birlikte başka bir mekanda eğlendirilir. Eğlence gece boyunca, kız evinde de devam eder. Köylü kadınlar ve genç kızlar, şarkılar, türküler eşliğinde gelinin ellerine kına yakarlar. Kendi ellerine de gelin kınasınsından alırlar.
Ertesi gün ,atlı ve yayalardan oluşan düğün alayı, bayrakçının arkasına takılarak, kız evine gider. Hediyeler bırakılır gelin alınır, Baba evinde alınan gelin, getirilen, süslenmiş köyün en güzel atına bindirilir. gelinin atı ve yedekteki çehizi taşıyan at, damadın evine doğru yol alınır .Gelin kızın ardından annesi, maniler dizer, ağıtlar yakar. Komşuya gitse de artık o, el kapısına gitmektedir.
Gelinin kıyafeti, tam da, Malatya yöresi kıyafetidir. Geline, kutnu kumaştan boydan ve büzgüsüz kaftan, beyaz ipek içlik, yün kuşak, altına,kırmızı atlastan, paçaları boğmalı tuman, ayağınada halı motifli yün çorap ve rugan iskarpinler giydirilir. Başındaki fesin, alnı boyunca yarım veya çeyrek altın dizili fes giydirilir, varsa boynuna beşibir yerde gerdanlık takılır ve mor bir şal ile,yüzüne atın yelesine kadar inen bir peçe takılır. Yani, kimse gelinin yüzünü göremez.
Davul zurna eşliğinde, koca evine gelen gelin, eve girerken, ayağının önünde testi kırılır, damın tepesinde, başına bozuk parayla çerez ve şeker serpilir. Köşesine oturtulan gelinin yüzü, kayınvalide tarafından açılır ve kucağına erkek çocuk oturtulur. ( Erkek çocukları olsun da, baba ocağını tüttürsün diye.) Ayrıca, adanan kurban kesilir ve düğün yemeği hazırlanır..
Düğün ekmeği bir gece önce, köyün hanımları tarafından yapılmıştır.
Düğün mezeleri ve düğün yemeği Cumbuş gilin Memo Dayı tarafından yapılır.
Ayrıca köylü kadınlar geline, köy ürünlerinden hediyeler getirirler. Yine güçleri yettiğince gelinin avcuna küçük harçlıklar koyarlar.
Topluca düğün yemeği yenilir, dualardan sonra düğün sonlandırılır. Artık iş meşhur sağdıç, Seydo Amca' ya ( Seydo Demir ) havale edilir.
Bu, aynı köyden olan iki aile arasında olan bir düğün. Farklı köyler arasındaki düğünler, bu anlatılanların aynıdır. Araya mekan ve mesafe farkı girmiştir,
Bir düğün merasimini anlatmak çok da kolay değil. Ne davulun, ne de zurnanın ezgilerini hissettiremezsin. Halaylardaki o coşkuyu geçiremezsin. Kızın ailesindeki o ayrılık manilerini dillendiremezsin. Atılan keyifli sarhoş nağralarını ve havaya atılan silahların keyfini bilemezsin, damadın boynuna attığı havlunun nedenini açıklayamazsın. Hele hele iki gün boyunca sürüp giden düğünün tüm yaşananlarını yazıya dökmenin imkansızlığını ve gizli kalmış yönlerini sen de bilmezsin.
Artık, düğünde benim bilmediğim ya da eksik bıraktıklarımı sizler tamamlayacaksınız. Ben bu paylaşımımla 40 yıl gerilere gittim.Şimdilerde düğünler,düğün salonlarında yapılıyor.Bu günkü düğünler,emeksiz, zahmetsiz düğünlerdir. Verirsin parayı olur, biter. Fukaralığın yoğun olduğu o yıllarda düğün yapmak hiç de kolay değildi. Ama bir haddini bilme ,bir özveri ve paylaşım, bir imece vardı.
Masal gibi bitirelim, onlar erer muradına, bizlere de kerevete çıkmak kalıyor. Ya da '' gökten üç elma düşer.'' ( 25 Temmuz 2015 )
Gene örneklediğim köy düğünü, anılarımda yer alan Suceyin Köyü' ne ait ve onlarca yılın örf ve adetini içinde barındıran ve renkli folklorümüzden sadece bir kesit.
Aylarca süren bir sürecin sonunda, bir gün kapınız çalınır. Falanca dayı oğlunu evlendiriyor, sizlere selamı var. Falan gün, buyurun gelin, diye size '' okuntu '' denilen bir armağan sunar. Bu okuntu.bir çay bardağıdır, bir mendildir veya küçük paketlerde şeker veya lokumdan oluşur. Kendisine okuntu gönderilen kişi, selamı '' baş üstüne '' alır ve okuntuyu getiren kişiye bahşiş verir.
Bir müddet sonra, kız evinin '' okuntus u'' gelir, aynı merasim tekrarlanır.
Düğün günü, köyde düğünlerde bayrak taşıyan şahıs, ( Bu şahıs, sağ olduğu müddetçe değişmezdi, Suceyin Köyü' nün değişmeyen bayrakçısı '' ERKEK EMMİ '' lakaplı M. Ali Oral' dı. Uzunca ve düzgün bir sırığa takılı, orta boy bir bayrağı, erkek evinin ( Damadın ) damına dikerdi. ( O yıllarda köyde tek çatılı bina köy okulu, varsa öğretmen lojmanıydı.) Sato Dayı, tokmağını davula vurur. Karadayı zurnayla '' Cezayir Havası' yla '' ona eşlik eder. Zaten, tokmak davula vurulduğu an düğün başlamıştır.
Düğün gününe kadar, olaylar birçok evreler geçirmiştir. Yine yer yer küçük farklılıklar gösterse de tüm yörede düğün, ayni aşamalarda geçer.
Suceyin' de iki gencin evlendirilmesi, görücü usulüne göre yapılmaz. Önce, kız - erkek iki genç, kuytu sayılabilecek yerlerde konuşur, anlaşırlar. Birbirini isteyen iki gençten,e rkeğin ana ve babası, kız evini ziyaret ederek, ağız yoklaması yaparlar. Kız evini verimkar görürlerse, aile büyükleri, kız evine '' kahve içme '' ziyaretinde bulunurlar. Sohpet geçişinden sonra, Türkiye' nin her yerinde olduğu gibi '' Allahın Emri, Peygamber'in Kavli '' ile kız istenir.
Kız, ailesi tarafından verilmişse, '' şirinlik '' denilen bir şerbet içilir. Düğünde yapılacak alış verişler konuşulur. Kız evi fakirse, aileye düğünde harcaması için, bir miktar para verilir. ( Suceyin' de benim bildiğim kadarıyla, başlık parası yoktu. Eğer istenen kız ailesi tarafından verilmez ise, daha önce anlaşmış olan gençler kaçarlar. İşte o zaman, köyün ileri gelenleri, iki aileyi anlaştırmak için araya girer ve bir miktar kan parası alınarak, iş tatlıya bağlanır. Güzel olan bir şeyi de burdan anlatmadan geçemem. Hiç bir Suceyinli resmi nikah yapmadan kızının düğününü tutmaz.) Derken kararlaştırılan bir gün iki aile Kasaba Pazarı' na giderek, düğün alış verişi (pırtı alış verişi ) yaparlar. Halleri elverdiği nispetle altın takılar da alırlar. Böylece, ''düğün maserifi '' görülmüş olur.
Sıra, gelin elbisesinin dikilmesine ve her yerde olduğu gibi, çeyiz hazrlamaya gelir. Oymalı çeyiz sandığı alınır, gerekli gereçler konur. Yün yataklar köpünür. Kız evinde bunlar yaşanırken, erkek evi ise misafir ağırlama mekanları hazırlamak, kız evine gönderilecek hediye paketi hazılamak ve çerez sinisi hazırlamakla meşguldür. Sonuç olarak her iki düğün evinde bir telaş, bir telaş, görmeyin gitsin.
Telaş sadece düğün evleriyle sınırlı kalmaz. Her evde, düğüne gitme telaşı vardır. Sandıklar boşaltılır, özel günlerde giyilmek için saklanan pırtılar dışarı dökülür, fesler kalıba konur, gümüşler parlatılır, beyaz izarlar hazırlanır, varsa kıymetli takılar çıkarılır.
Düğün günü olanlar, kutnudan yapılmış üç etek kaftan, içine beyaz içlik giyer, beline yün kuşak sarar, kırmızı veya mor atlastan ,paçaları boğmalı tumanlar giyerler. Başa fes vurur, bel altına kadar sarkan beyaz tülbent ( izar ) örterler. Ayağa yörede dokunan halı motifli çorap giyer, ayakkabı olarak,ya '' Ankara Lastiği '' ya da deri yemeni veya topuksuz iskarpin giyerek, milli kıyafetine bürünürler. Bu tür kıyafeti olmayanlar ise allı, morlu basmadan yapılmış fistanlar giyer, beline puşu bağlar ve olmazsa olmazı, köylü başı yaparlar. Çocuklar giydirilir, beylerine sandıkta basılı, özel günler için saklanmış elbiseler giydirilir.
Artık koca köy, düğüne hazırdır.
Sato Dayı, davula tokmağı vurmuş, Kara Dayı, zurnayı üflemişse, düğün fiilen başlamıştır. Davul sesini duyan köylüler, yavaş, yavaş düğün evine yollanırlar.
Damat Bey, siyah takım elbisesini, beyaz gömleğini giymiş, havlu atkısını iki dişi arasına alarak ( Damadın güldüğü görülürse, davarlar uyuz olurmuş.) bir sandalyeye oturmuştur. Davulcu ondan bahşişini alır ve halaya geçilir. Yörede, Malatya-Malatya, Elazığ Diki, Üçayak. Halay, Semah gibi oyunlar sıkça oynanır. Ayrıca kişisel becerisi olanlar, Delilo, Narey, Malatya Çiftetellisi oynarlar. Ayrıca Köy yiğitleri tarafından oynanan '' tura '' oyununun tadına doyulmaz.
Bir de, ortada dolaşıp, düğünü kızıştıran soytarı vardır. Oynayanları seyreden kişilerden para ve selam alır, parayı zurnacıya verir ve oynayanlara şöyle seslenir: ' 'Falanca beyin, ağanın veya dayının selamı var, para harcadı, iyi oynasınlar dedi '' der. Halaydakiler uzunca bir, Heeey çektikten sonra, '' kesesine bereket ''diyerek, oyunu sürdürürler. Düğünlerde, bayanlar pek oynamaz, seyiri tercih ederler. Sanırım ev içlerinde kendilerince eğlenirler. Yalnız, yaşlıca bayanlar, erkekli, bayanlı '' Arguvan Semah'ı '' dönerler.
Düğün, hem damat evinde, hem de gelin evinde coşkuyla iki gün devam eder. Geceleri, düğünün davullu zurnalı kısmı susar, önceden belirlenmiş köy odalarında, yaşa ve konuma göre kurulan sofralarda, yenilir içilir, şarkı ve türküler söylenerek, sabahlara kadar eğlenilir. Damatta akranları ile birlikte başka bir mekanda eğlendirilir. Eğlence gece boyunca, kız evinde de devam eder. Köylü kadınlar ve genç kızlar, şarkılar, türküler eşliğinde gelinin ellerine kına yakarlar. Kendi ellerine de gelin kınasınsından alırlar.
Ertesi gün ,atlı ve yayalardan oluşan düğün alayı, bayrakçının arkasına takılarak, kız evine gider. Hediyeler bırakılır gelin alınır, Baba evinde alınan gelin, getirilen, süslenmiş köyün en güzel atına bindirilir. gelinin atı ve yedekteki çehizi taşıyan at, damadın evine doğru yol alınır .Gelin kızın ardından annesi, maniler dizer, ağıtlar yakar. Komşuya gitse de artık o, el kapısına gitmektedir.
Gelinin kıyafeti, tam da, Malatya yöresi kıyafetidir. Geline, kutnu kumaştan boydan ve büzgüsüz kaftan, beyaz ipek içlik, yün kuşak, altına,kırmızı atlastan, paçaları boğmalı tuman, ayağınada halı motifli yün çorap ve rugan iskarpinler giydirilir. Başındaki fesin, alnı boyunca yarım veya çeyrek altın dizili fes giydirilir, varsa boynuna beşibir yerde gerdanlık takılır ve mor bir şal ile,yüzüne atın yelesine kadar inen bir peçe takılır. Yani, kimse gelinin yüzünü göremez.
Davul zurna eşliğinde, koca evine gelen gelin, eve girerken, ayağının önünde testi kırılır, damın tepesinde, başına bozuk parayla çerez ve şeker serpilir. Köşesine oturtulan gelinin yüzü, kayınvalide tarafından açılır ve kucağına erkek çocuk oturtulur. ( Erkek çocukları olsun da, baba ocağını tüttürsün diye.) Ayrıca, adanan kurban kesilir ve düğün yemeği hazırlanır..
Düğün ekmeği bir gece önce, köyün hanımları tarafından yapılmıştır.
Düğün mezeleri ve düğün yemeği Cumbuş gilin Memo Dayı tarafından yapılır.
Ayrıca köylü kadınlar geline, köy ürünlerinden hediyeler getirirler. Yine güçleri yettiğince gelinin avcuna küçük harçlıklar koyarlar.
Topluca düğün yemeği yenilir, dualardan sonra düğün sonlandırılır. Artık iş meşhur sağdıç, Seydo Amca' ya ( Seydo Demir ) havale edilir.
Bu, aynı köyden olan iki aile arasında olan bir düğün. Farklı köyler arasındaki düğünler, bu anlatılanların aynıdır. Araya mekan ve mesafe farkı girmiştir,
Bir düğün merasimini anlatmak çok da kolay değil. Ne davulun, ne de zurnanın ezgilerini hissettiremezsin. Halaylardaki o coşkuyu geçiremezsin. Kızın ailesindeki o ayrılık manilerini dillendiremezsin. Atılan keyifli sarhoş nağralarını ve havaya atılan silahların keyfini bilemezsin, damadın boynuna attığı havlunun nedenini açıklayamazsın. Hele hele iki gün boyunca sürüp giden düğünün tüm yaşananlarını yazıya dökmenin imkansızlığını ve gizli kalmış yönlerini sen de bilmezsin.
Artık, düğünde benim bilmediğim ya da eksik bıraktıklarımı sizler tamamlayacaksınız. Ben bu paylaşımımla 40 yıl gerilere gittim.Şimdilerde düğünler,düğün salonlarında yapılıyor.Bu günkü düğünler,emeksiz, zahmetsiz düğünlerdir. Verirsin parayı olur, biter. Fukaralığın yoğun olduğu o yıllarda düğün yapmak hiç de kolay değildi. Ama bir haddini bilme ,bir özveri ve paylaşım, bir imece vardı.
Masal gibi bitirelim, onlar erer muradına, bizlere de kerevete çıkmak kalıyor. Ya da '' gökten üç elma düşer.'' ( 25 Temmuz 2015 )
MUSTAFA KURT
Suceyin Köyü Eski Öğretmeni
Suceyin Köyü Eski Öğretmeni
BEN DOĞAYA DOĞMUŞUM
BEN DOĞAYA DOĞMUŞUM
Ben ,baharda doğmuşum.
Dağların yeşil,
Çiçeklerin mor pembe olduğu,
Derelerin coşkun aktığı,
Tohumun toprağa düştüğü,
Börtü,böceğin hayata döndüğü,
Ekinlerin göcek olduğu.
Bir zamanda,
Baharda,
Anamın eteğinden,
Tabiatın kucağına doğmuşum.
Doğum günüm,
Üç ay,bahardır.
Dağların yeşil,
Çiçeklerin mor pembe olduğu,
Derelerin coşkun aktığı,
Tohumun toprağa düştüğü,
Börtü,böceğin hayata döndüğü,
Ekinlerin göcek olduğu.
Bir zamanda,
Baharda,
Anamın eteğinden,
Tabiatın kucağına doğmuşum.
Doğum günüm,
Üç ay,bahardır.
MUSTAFA KURT
Şiir Defterinden
Şiir Defterinden
''İTİBAR''ımız.
BİZİM OLDUĞUNU İDDİA ETTİĞİMİZ BİR ÇOK ŞEY ASLINDA BİZİM DEĞİLDİR
''İTİBAR'' ımız.
Sevgili dostlar, bundan birkaç gün önce, Cumhurbaşkanlığı sarayının, ülke kaynaklarının çarçur edilerek yapıldığını ve israfın doruk yaptığını dillendirmiştim. Bu tespitleri doğrulayanlar olduğu gibi karşı çıkanlar hiç de az değildi. Belli bir eğitim almış ama parti sevicilikleri ağır basan bu kişiler, o sarayın yapılış gerekçelerinin, tıpkı toplu eleştirilere cevap veren, Sayın Cumhurbaşkanının ağzı ile konuşuyor. '' itibar ve Milletin malı '' olduğundan söz ediyor ve bu yapılanların hiçte savurganlık olmadığını savunuyorlar ve karşı görüşte olanları iknaya çalışıyorlardı.
Ülkenin yığılı bunca sorunu varken, ülkede sayıları milyonlarla ifade edilen ve bildiğimiz işsizimiz varken. yoksulluk sınırı altında yaşayan 15 milyon yoksulumuz varken, sayıları günden güne artan öğrencilerimizin yurt sorunu varken, yine övünerek sayılarını verdiğimiz,eğitim ve öğretimdeki öğrencilerimizin, derslik sorunu varken, istihdam yaratacak ama bir türlü hayata geçirilemeyen projeler varken, kadroya alınmayan yada taşerona terkedilmiş, asgari ücrete mahkum edilmiş işçilerimiz varken, işçilerimizin can güvenliği hiçe sayılıyorken, kentlerdeki alt yapı sorunları çözülememişken, bu ülkede lükse ve desinlere tek bir kör kuruşu israf etmeye kimsenin hakkı yoktur.
Eğer '' itibar ' 'istiyorsak, kalkınmış, demokrasiyi tam anlamıyla sindirmiş, komşularıyla sorun yaşamayan, güçlü ordusu ve hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş, halkın mutluluğundan mutlu olan, halkından kendini soyutlamamış yöneticilerin olduğu, bir ülke itibarlıdır.
Hülasa, temel hak ve özgürlüklere saygılı, bizden olan, olmayan ayrımcılığından uzak, her türlü tutuculuğu reddeden, din, dil, ırk ve mezhep ayrımcılığı yapmayan bir yönetim biçimi ancak bizi itibarlı kılar.
Ne varmış, bu saray zaten milletin sarayı diyenler var. Kendinizin ( Milletin ) sarayı dediğiniz bu çok ama çok görkemli saraya, yüreğiniz yetiyorsa elli metre yaklaşın. Yaklaşamazsınız. Sizi yaklaştırmazlar. Yani, bizim diye övündüğünüz birçok şey sizin değildir. Seçim öncesi her vatandaşına dokunmak isteyen millet vekili adaylarınıza, eğer seçildilerse artık dokunamazsınız. Onlar da size dokunmamaya ( temas etmemeğe ) özen gösterirler. Yani artık sizlerin vekilleri değildirler.
Konuşursan dertlisin, konuşmazsan dertlisin. Her düşünceye saygılı ben, kimseyi kırmayı asla düşünmem. Hep küçük harfle konuşmayı tercih ederim.
MUSTAFA KURT
Emkl. Öğrtmn.
( Dert edindiklerim )
''İTİBAR'' ımız.
Sevgili dostlar, bundan birkaç gün önce, Cumhurbaşkanlığı sarayının, ülke kaynaklarının çarçur edilerek yapıldığını ve israfın doruk yaptığını dillendirmiştim. Bu tespitleri doğrulayanlar olduğu gibi karşı çıkanlar hiç de az değildi. Belli bir eğitim almış ama parti sevicilikleri ağır basan bu kişiler, o sarayın yapılış gerekçelerinin, tıpkı toplu eleştirilere cevap veren, Sayın Cumhurbaşkanının ağzı ile konuşuyor. '' itibar ve Milletin malı '' olduğundan söz ediyor ve bu yapılanların hiçte savurganlık olmadığını savunuyorlar ve karşı görüşte olanları iknaya çalışıyorlardı.
Ülkenin yığılı bunca sorunu varken, ülkede sayıları milyonlarla ifade edilen ve bildiğimiz işsizimiz varken. yoksulluk sınırı altında yaşayan 15 milyon yoksulumuz varken, sayıları günden güne artan öğrencilerimizin yurt sorunu varken, yine övünerek sayılarını verdiğimiz,eğitim ve öğretimdeki öğrencilerimizin, derslik sorunu varken, istihdam yaratacak ama bir türlü hayata geçirilemeyen projeler varken, kadroya alınmayan yada taşerona terkedilmiş, asgari ücrete mahkum edilmiş işçilerimiz varken, işçilerimizin can güvenliği hiçe sayılıyorken, kentlerdeki alt yapı sorunları çözülememişken, bu ülkede lükse ve desinlere tek bir kör kuruşu israf etmeye kimsenin hakkı yoktur.
Eğer '' itibar ' 'istiyorsak, kalkınmış, demokrasiyi tam anlamıyla sindirmiş, komşularıyla sorun yaşamayan, güçlü ordusu ve hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş, halkın mutluluğundan mutlu olan, halkından kendini soyutlamamış yöneticilerin olduğu, bir ülke itibarlıdır.
Hülasa, temel hak ve özgürlüklere saygılı, bizden olan, olmayan ayrımcılığından uzak, her türlü tutuculuğu reddeden, din, dil, ırk ve mezhep ayrımcılığı yapmayan bir yönetim biçimi ancak bizi itibarlı kılar.
Ne varmış, bu saray zaten milletin sarayı diyenler var. Kendinizin ( Milletin ) sarayı dediğiniz bu çok ama çok görkemli saraya, yüreğiniz yetiyorsa elli metre yaklaşın. Yaklaşamazsınız. Sizi yaklaştırmazlar. Yani, bizim diye övündüğünüz birçok şey sizin değildir. Seçim öncesi her vatandaşına dokunmak isteyen millet vekili adaylarınıza, eğer seçildilerse artık dokunamazsınız. Onlar da size dokunmamaya ( temas etmemeğe ) özen gösterirler. Yani artık sizlerin vekilleri değildirler.
Konuşursan dertlisin, konuşmazsan dertlisin. Her düşünceye saygılı ben, kimseyi kırmayı asla düşünmem. Hep küçük harfle konuşmayı tercih ederim.
MUSTAFA KURT
Emkl. Öğrtmn.
( Dert edindiklerim )
BAYRAĞIM
BAYRAĞIM
Duru duru göklerin,
Ay yıldızlı bayrağı.
Ezel-ebed Türkler'in,
Çelikten dayanağı.
Ay yıldızlı bayrağı.
Ezel-ebed Türkler'in,
Çelikten dayanağı.
Ne kadar tatlı rengin.
Dünyada yoktur dengin.
Sen dalgalandıkça gökte,
Sevinçten gölüm zengin.
Dünyada yoktur dengin.
Sen dalgalandıkça gökte,
Sevinçten gölüm zengin.
Ufkumun nazlı kuşu,
Kuvvet verir duruşu.
Neş'e verir,can verir,
Rüzgarda savruluşu.
Kuvvet verir duruşu.
Neş'e verir,can verir,
Rüzgarda savruluşu.
Rengin ne güzel senin.
Sevincim,neş'em benim.
Ay yıldızla ne süslü,
Şanlı bayrağım benim.
MUSTAFA KURT
Şiir defterinden 1972
Sevincim,neş'em benim.
Ay yıldızla ne süslü,
Şanlı bayrağım benim.
MUSTAFA KURT
Şiir defterinden 1972
SÖYLENMEMİŞ BİR ŞARKI
SÖYLENMEMİŞ BİR ŞARKI
Söylenmemiş bir şarkıdır,
Beni,benden alıp,götüren.
Hayal dünyamı süsleyen,
Ufkumu binbir renge boyayan.
Rüzgarlardan notalar derleyip,
Penceremden süzülen,
Uykuyu gözlerimden süpüren,
Ve yeniden dünyaya doğmamı,
Ve yeniden,yeniden yaşam sebebim.
Söylenmemiş bir şarkı.
Notalara dökülmemiş,
Bir sevda şarkısıdır.
Bu benim,şarkım.
Beni,benden alıp,götüren.
Hayal dünyamı süsleyen,
Ufkumu binbir renge boyayan.
Rüzgarlardan notalar derleyip,
Penceremden süzülen,
Uykuyu gözlerimden süpüren,
Ve yeniden dünyaya doğmamı,
Ve yeniden,yeniden yaşam sebebim.
Söylenmemiş bir şarkı.
Notalara dökülmemiş,
Bir sevda şarkısıdır.
Bu benim,şarkım.
MUSTAFA KURT
Şiir Defterinden
Şiir Defterinden
AŞKIN BÖYLESİ
AŞKIN BÖYLESİ
Kızıl tohum nar içinde,
Gül açar mı,kar içinde?
Yerden,yere vursan kalbim,
Çıkar mı ki,yar içinde?
Gül açar mı,kar içinde?
Yerden,yere vursan kalbim,
Çıkar mı ki,yar içinde?
Dağ olur da,yar olmaz mı,
Doruğunda kar olmaz mı?
Liğme,liğme olsa kalbim,
Her zerresi,yar olmaz mı?
Doruğunda kar olmaz mı?
Liğme,liğme olsa kalbim,
Her zerresi,yar olmaz mı?
MUSTAFA KURT
Şiir Defterinden
İkinci dörtlüğün,ikinci mısrasındaki ''YAR'' sözcüğü ''UÇURUM'' anlamında kullanılmıştır.
Şiir Defterinden
İkinci dörtlüğün,ikinci mısrasındaki ''YAR'' sözcüğü ''UÇURUM'' anlamında kullanılmıştır.
ÖNÜMÜZDE AŞILACAK BİR DAĞ VAR "KARABABA"
ÖNÜMÜZDE AŞILACAK BİR DAĞ VAR
KARABABA
Malatya - Arapkir arası 110 km. Arapkir - Suceyin Köyü arası 25 km. Son yıllarda yol yapım çalışmalarında belki biraz uzamış veya kısalmıştır. Bu kadar yolu biz o yıllarda (1970'li yıllar ) bir günde tüketemezdik. Çünkü, ne yollar bu günkü yollardı, ne de vasıtalar bu günkü vasıtalardı. O günün yolları, stabilize yollardı. Yani asfalt yollar, çok sonraları yapıldı.
O yıllarda Malatya' dan Arapkir' e,Arapkir' den Malatya' ya karşılıklı birer otobüs seferi yapılırdı. Otobüsler ise, yıllarca şehirler arası yolcu taşıması yapmış ve hurdaya çıkmış otobüs bozuntularıydı. Bu otobüslerle, Malatya, Arapkir arasındaki yolu, dura, kalka ancak 4 - 5 saatte alırdı. Kış şartlarında, daha da gecikmeli olurdu.
Bu kadar anlatımdan sonra, gelelim bizim hikayemize.
Kış aylarından biriydi. Malatya' dan gelip, Suceyinli Hüseyin Kırık' ın çalıştırdığı ve adı Yeni olan ( Ama kendi, oldukça eski olan ve iki katlı bir evden bozma ) otele, adımı yazdırdım. Gündüzün 3 / 4' lük bölümünü bitirmiştim. Kalan günümü de kahve ve lokantada tüketip otele döndüm. Yavaş, yavaş otelin diğer müşterileri de gelmeye başladı.
Otel, dörder yataklı iki oda ve on karyolanın olduğu büyük bir salondan ibaretti. İki katlı otelin alt katları dükkandı.
Sadece, büyük olan salona kurulu kocaman bir soba vardı. Diğer odalar, buradan yayılan sıcakla ısınırdı.
Otelin o gün, on kadar müşterisi vardı. Otel müşterisi olan bizler, F. Nafiz Çamlıbel' in,'' Han Duvarları '' adlı destansı eserindeki, han müşterileri gibi, sobayı ortamıza almış, etrafında halka olmuş sohbet ediyorduk ki, Eğnir Köyü Öğretmeni Ali Bey de aramıza katıldı. Otelci Hüseyin Amca,Ali Bey 'i bana oda arkadaşı olarak vermişti. Yani dört yataklı bir odayı ikimize vermişti. ( Oda ve salon yatakları farklı ücretliydi.)
Ali Bey ile ben, başka katılım olmazsa, kasaba ile köylerimizi birbirinden ayıran Karababa Dağı' nı yaya olarak aşacaktık. Çünki o yıllarda, kışın, Karababa Yolu, en az, dört ay kapalı olurdu.
Dağ Köyleri, ağır kış şartlarının esiri olurdu. Zorunlu olmadıkça yakın köyler hariç yola çıkılmazdı. Şehirde, ertelenemeyecek işi olanlar, guruplar halinde yola çıkarlardı. Asıl zor olan, köylerinde iyileşemeyen ağır hastalar veya doğumu geciken anne adayları, ilkel sedyelere konularak, köylerde oluşturulan ekipler tarafından şehirdeki hastanelere taşınırdı. Tabii bu, biz öğretmenler ve öğretmen eş ve çocukları için de geçerliydi. ( Köylerin, kasabaya uzaklıkları, köyden, köye, 15 ile 25 km. olarak değişirdi. Çoğu kez, araba yolu terk edilerek, kestirme yollar tercih edilirdi.)
Karababa, çevresindeki dağlara göre, yavru bir dağ sayılır. Ancak, bitki kıtlığı olan, kaya ormanından ibaret bir dağdır. Kış şartlarında, Karababa' yı aşmak başlı başına bir maceraydı. Fırtınası çok meşhurdu. O yörenin tabirine göre '' fısıltı ''olduğu zaman yolcuların feleği şaşardı. Fısıltı, yolu, izi kapatır, yolcuya göz açtırmaz. Yolcular yoldan çıkar, farkında olmadan döner, dolaşır başladıkları yere gelirler. Onun için, Karababa' yı, o yöreyi çok iyi bilen rehberlerle geçmek en mantıklı olanıdır. Çünkü, dağda ölenler bile olmuştu..
İşte yarın bizim aşacağımız, bizim ve bizim gibi yolcuların korkulu rüyasıydı Karababa.
O yıl, hatırı sayılır bir kış yaşanmaktaydı. Kar kalınlığı, kasabanın dışındaki yüksekçe yerlerde, yer yer bir metreyi geçiyordu.
Soba başı sohbeti, gözleri uyku bürüdüğü zamana kadar devam etti.
Ali Bey' le odamıza çekildiğimizde, vakit hayli geçmişti. Ben hemen soyunup yatağa girdim. Ali Bey ise yatağının üzerine oturdu. El çantamda taşıdığım ve içerisinde sayısı binlerle ifade edilebilecek, bir şiir antolojisi vardı. Antoloji, Necdet Evliyagil tarafından derlenmiş ve bir firma tarafında 1963 yılına ait bir ajanda olarak yayınlanmıştı. ( Ajanda, Edebiyat öğretmenimizden bir arkadaşa geçmiş, ondan da bana geçen bir kitaptı. Hep elimin altında oldu. Bana şiir okuma zevkini aşılayan, onlarca hatırı sayılır şairlerimizin yanında, gene yüzlerce amatör şairimizin şiirinden oluşmuş, bu antoloji hala kitaplığımda yerini muhafaza ediyor.)
Ali Bey, kitabın sayfalarını çevirirken, ben uyku moduna geçmişim. Günün ve yolculuğun verdiği yorgunluk yüzünden, deliksiz bir uyku uyumuşum.
Sabah uyandığımda Ali Bey' i akşam bıraktığım şekilde buldum. Bütün gece uyumadan şiir okumuş. Ben, hayretimi gizleyemedim. Koca uzun bir kış gecesi ''nasıl uyumadığını sorduğumda;'' Kitabın kendisini çok sardığını, bir türlü elinden bırakamadığını söyledi. ''Peki dedim; sonuç ?'' Bir sayfayı aralayarak, yazarını şimdi hatırlamadığım ve bugün bulmamın çok zaman alacağını düşündüğüm, bir şiirin son iki mısrasını bana okudu.
''Dağlar, taşlar, kurtlar, kuşlar, ''
''Etimiz, kemiğimiz size emanet. ''
Bugün aşacağımız Karababa yolculuğuna, tam da uyarlanacak iki mısra, ikimize de tebessüm ettirdi.
O yıl, bu yıl, o iki mısra, ağır geçen bir kış günü yola çıkacak olsam, şıp diye aklıma geliverir.
O yıllarda Malatya' dan Arapkir' e,Arapkir' den Malatya' ya karşılıklı birer otobüs seferi yapılırdı. Otobüsler ise, yıllarca şehirler arası yolcu taşıması yapmış ve hurdaya çıkmış otobüs bozuntularıydı. Bu otobüslerle, Malatya, Arapkir arasındaki yolu, dura, kalka ancak 4 - 5 saatte alırdı. Kış şartlarında, daha da gecikmeli olurdu.
Bu kadar anlatımdan sonra, gelelim bizim hikayemize.
Kış aylarından biriydi. Malatya' dan gelip, Suceyinli Hüseyin Kırık' ın çalıştırdığı ve adı Yeni olan ( Ama kendi, oldukça eski olan ve iki katlı bir evden bozma ) otele, adımı yazdırdım. Gündüzün 3 / 4' lük bölümünü bitirmiştim. Kalan günümü de kahve ve lokantada tüketip otele döndüm. Yavaş, yavaş otelin diğer müşterileri de gelmeye başladı.
Otel, dörder yataklı iki oda ve on karyolanın olduğu büyük bir salondan ibaretti. İki katlı otelin alt katları dükkandı.
Sadece, büyük olan salona kurulu kocaman bir soba vardı. Diğer odalar, buradan yayılan sıcakla ısınırdı.
Otelin o gün, on kadar müşterisi vardı. Otel müşterisi olan bizler, F. Nafiz Çamlıbel' in,'' Han Duvarları '' adlı destansı eserindeki, han müşterileri gibi, sobayı ortamıza almış, etrafında halka olmuş sohbet ediyorduk ki, Eğnir Köyü Öğretmeni Ali Bey de aramıza katıldı. Otelci Hüseyin Amca,Ali Bey 'i bana oda arkadaşı olarak vermişti. Yani dört yataklı bir odayı ikimize vermişti. ( Oda ve salon yatakları farklı ücretliydi.)
Ali Bey ile ben, başka katılım olmazsa, kasaba ile köylerimizi birbirinden ayıran Karababa Dağı' nı yaya olarak aşacaktık. Çünki o yıllarda, kışın, Karababa Yolu, en az, dört ay kapalı olurdu.
Dağ Köyleri, ağır kış şartlarının esiri olurdu. Zorunlu olmadıkça yakın köyler hariç yola çıkılmazdı. Şehirde, ertelenemeyecek işi olanlar, guruplar halinde yola çıkarlardı. Asıl zor olan, köylerinde iyileşemeyen ağır hastalar veya doğumu geciken anne adayları, ilkel sedyelere konularak, köylerde oluşturulan ekipler tarafından şehirdeki hastanelere taşınırdı. Tabii bu, biz öğretmenler ve öğretmen eş ve çocukları için de geçerliydi. ( Köylerin, kasabaya uzaklıkları, köyden, köye, 15 ile 25 km. olarak değişirdi. Çoğu kez, araba yolu terk edilerek, kestirme yollar tercih edilirdi.)
Karababa, çevresindeki dağlara göre, yavru bir dağ sayılır. Ancak, bitki kıtlığı olan, kaya ormanından ibaret bir dağdır. Kış şartlarında, Karababa' yı aşmak başlı başına bir maceraydı. Fırtınası çok meşhurdu. O yörenin tabirine göre '' fısıltı ''olduğu zaman yolcuların feleği şaşardı. Fısıltı, yolu, izi kapatır, yolcuya göz açtırmaz. Yolcular yoldan çıkar, farkında olmadan döner, dolaşır başladıkları yere gelirler. Onun için, Karababa' yı, o yöreyi çok iyi bilen rehberlerle geçmek en mantıklı olanıdır. Çünkü, dağda ölenler bile olmuştu..
İşte yarın bizim aşacağımız, bizim ve bizim gibi yolcuların korkulu rüyasıydı Karababa.
O yıl, hatırı sayılır bir kış yaşanmaktaydı. Kar kalınlığı, kasabanın dışındaki yüksekçe yerlerde, yer yer bir metreyi geçiyordu.
Soba başı sohbeti, gözleri uyku bürüdüğü zamana kadar devam etti.
Ali Bey' le odamıza çekildiğimizde, vakit hayli geçmişti. Ben hemen soyunup yatağa girdim. Ali Bey ise yatağının üzerine oturdu. El çantamda taşıdığım ve içerisinde sayısı binlerle ifade edilebilecek, bir şiir antolojisi vardı. Antoloji, Necdet Evliyagil tarafından derlenmiş ve bir firma tarafında 1963 yılına ait bir ajanda olarak yayınlanmıştı. ( Ajanda, Edebiyat öğretmenimizden bir arkadaşa geçmiş, ondan da bana geçen bir kitaptı. Hep elimin altında oldu. Bana şiir okuma zevkini aşılayan, onlarca hatırı sayılır şairlerimizin yanında, gene yüzlerce amatör şairimizin şiirinden oluşmuş, bu antoloji hala kitaplığımda yerini muhafaza ediyor.)
Ali Bey, kitabın sayfalarını çevirirken, ben uyku moduna geçmişim. Günün ve yolculuğun verdiği yorgunluk yüzünden, deliksiz bir uyku uyumuşum.
Sabah uyandığımda Ali Bey' i akşam bıraktığım şekilde buldum. Bütün gece uyumadan şiir okumuş. Ben, hayretimi gizleyemedim. Koca uzun bir kış gecesi ''nasıl uyumadığını sorduğumda;'' Kitabın kendisini çok sardığını, bir türlü elinden bırakamadığını söyledi. ''Peki dedim; sonuç ?'' Bir sayfayı aralayarak, yazarını şimdi hatırlamadığım ve bugün bulmamın çok zaman alacağını düşündüğüm, bir şiirin son iki mısrasını bana okudu.
''Dağlar, taşlar, kurtlar, kuşlar, ''
''Etimiz, kemiğimiz size emanet. ''
Bugün aşacağımız Karababa yolculuğuna, tam da uyarlanacak iki mısra, ikimize de tebessüm ettirdi.
O yıl, bu yıl, o iki mısra, ağır geçen bir kış günü yola çıkacak olsam, şıp diye aklıma geliverir.
SON ARZUM
SON ARZUM
Bak evlat,
Ben kavganın içinde büyüdüm,
Kavgadan korkmam.
Ölüm belki bin kez çaldı kapımı.
Ben,ölümden de korkmam.
Ben kavganın içinde büyüdüm,
Kavgadan korkmam.
Ölüm belki bin kez çaldı kapımı.
Ben,ölümden de korkmam.
Bak evlat,
Bir gün,çiğ damlası gibi,
Toprağa düşeceğimi biliyorum.
Dayanılmaz arzum,SENİ,
Aydınlık günlerde görmek.
Bir gün,çiğ damlası gibi,
Toprağa düşeceğimi biliyorum.
Dayanılmaz arzum,SENİ,
Aydınlık günlerde görmek.
Mustafa KURT
Şiir Defterinden
Şiir Defterinden
TURA OYUNU
''TURA OYUNU''
Sevgili dostlar, bugün folklorümüzün içinde yer alan ve unutulmaya yüz tutmuş '' TURA '' oyunu hakkında bildiklerimi paylaşmaya çalışacağım. Ayrıca Suceyin Köyü' nde bir dostumdan da bahsedeceğim.
BÜKEMİN OĞLU '' SÜNNETÇİ MEHMET BOZKURT ''
Önce TURA nedir ?
Tura, düğünlerde ve sahada yapılan eğlencelerde zaman zaman oynanan, sopalaşma oyunu diyebiliriz. Dayanıklılığı, yiğitliği ve atikliği gerektiren ve yöreden yöreye farklılıklar gösteren, mahalli oyunlarımızdandır.
Oyunun malzemesi :
Tura oyununun bir tek malzemesi vardır. '' TURA ''
Tura, yular sapı dediğimiz, iki buçuk, üç metrelik urgandan oluşur.
Kendir bitkisinin kabuğu olan tiftik, özel işlemlerden geçirilerek, çuval, sicim, kalın urgan ve dokuma malzemesi olarak kullanılır. Ülkemizde, kendir tarımının çokça yapıldığı ilimiz Kastamonu'dur. Önceleri Malatya' mızda da kendir tarımı yapılırdı. Fakat son yıllarda,birçok sanayi bitkilerindeki yokoluş kendiri de vurmuştur. Şimdilerde yerini plastik ve elyafa terketmiştir.
İşte aile işletmeciliğinde, tarımsal amaçlı üretilen ve büyükbaş hayvanların başlarına ve boyunlarına ( Onları kontrol altında tutmak için ) takılan malzemeye yular ve onun uzantı ipine de '' yular sapı ''denir.
Bu bilgileri verdikten sonra, artık oyuna geçebiliriz. Yular sapı ikiye katlanır, bükülür ve suya daldırılır. Suyu emen urgan, kıvrak bir sopaya dönüşür. TURA hazırdır.
Sekiz,on kişiden oluşan oyuncular, geniş bir halka oluşturur. Ortada, oyunun kurallarını belirleyen ve kontrolü sağlayan bir hakem. Davul ve zurna da varsa oyuna başlanabilir.
Hakem, turayı saymaca usulüyle belirlenen ebeye verir. Hakemin işaretiyle, tokmak davula vurulur ve zurna '' Cezayir'' havasını çalar. Artık oyun başlamıştır.
Ebe, elindeki ip sopayı sallayarak halkadakilerin kollayarak, halka içinde dönmeye başlar. Turacıya gözünü kestiren oyunculardan biri, yumruğunu sıkarak ebeye hücum eder ve punduna getirerek onun sırtına yumruğu indirip kaçar. Turacı, kendisine yumruk vuranı kovalar, var gücüyle,kaçan kişinin başından aşağı. kalçadan yukarı,yani sırtına turayı şaklatır. Turayı halkada hamle yapan birine teslim eder, kaçarak halkadaki boşalan yere geçer.
Oyun tekrarlanarak, onlarca tur dönülür.
Davul, zurna çalar, seyirciler oyunculara alkışla morel takviye ederler. Bir şeyi anlatmayı unuttum, oyuncular gömlekli olma şartına bağlıdırlar. yani giyside kaba bir şey giymemiş olma şartına uyarlar.
Oyun sonrası, sırtları açıldığında, sopanın kalınlığında birkaç kanlanmış izler görülür. Bu oyununun dayanıklık ve güç oyunu olduğunu belirtmiştim. Ancak kendine güvenen, çevik ve oyunda pişmiş olanlar az dayak yer ama çok dayak atar.
Anadolu' da çokça oynanan bir oyundur. Bana kalırsa, biraz da tehlikeli bir oyundur Sakat kalma, kaburga kemiklerinde ve kollarda kırılma, ciğerlere kan oturması veya ciğer yırtılmaları olabilecek bir oyundur.
Suceyin Toprağı' nda en iyi turayı Bükemin Oğlu Sünnetçi Mehmet Bozkurt oynardı. ( Köyün ve çevre köylerin o yıllarda tek sünnetçisiydi. Fenni sünnet henüz o yörelere gelmemişti. Sünnetçi Mehmet her halde, baba mesleğini sürdürüyordu ) 1.85 m. kadar boyunda 75 kg. kadar ağırlığında, atletik sayılacak adaleli bir vücuda sahipti. Oyuna dahil olduğu zaman oyuncularda her biri ondan tura yememeye çalışırdı. Vurduğu her tura rakibini sarsar ve bağırtırdı. Çok ta çalımlı duruşlar sergiler, çevresini kartal gözü ile süzerdi. Turadan kaçmayı kendisine yedirmez, her yediği turaya gülerdi ama sırtından gömleğine çıkan kanı herkes görürdü.
Sünnetçi Mehmet, halk oyunlarını da güzel oynardı.
Sanırım ( Sanırım diyorum ,çünkü çok bilmiyorum ) ailesi sonradan gelip bu köye yerleşmişti. Kendisi, bu köyden evliydi. İkisi erkek, üçü kız olmak üzere beş evladı vardı. Beş çocuğu da belirsiz aralıklarla öğrencimiz oldular.
1970 yılı sayımında Komönü denilen küçük mahallede sayım yaptığım sırada, henüz tanışalı çok olmamıştı. Sünnetçi'nin ailesini yazmak için kendisini, Ali Metin'nin ( Cinali ) evinin ayvanına çağırdık ve hane halkını yazarken gülerek, Hocam dedi, bir de yeni bebemiz oldu. Ona henüz isim vermedik. Onu da mı yazacaksın ? Elbette dedim, şimdi bir isim veririz, onu da yazarız, dedim. Küçük bebeğe kız kardeşimin adını vedim ve belgeye '' Gülay ''yazdım. Yani Gülay Bebeğin isim babası oldum. Okula başladığı yıl ben hala Suceyin' de öğretmendim. Böyle de bir anım var.
Kimler geldi kimler geçti, dostlar göçtü, anıları kaldı.( 13. 05. 2015
Sevgili dostlar, bugün folklorümüzün içinde yer alan ve unutulmaya yüz tutmuş '' TURA '' oyunu hakkında bildiklerimi paylaşmaya çalışacağım. Ayrıca Suceyin Köyü' nde bir dostumdan da bahsedeceğim.
BÜKEMİN OĞLU '' SÜNNETÇİ MEHMET BOZKURT ''
Önce TURA nedir ?
Tura, düğünlerde ve sahada yapılan eğlencelerde zaman zaman oynanan, sopalaşma oyunu diyebiliriz. Dayanıklılığı, yiğitliği ve atikliği gerektiren ve yöreden yöreye farklılıklar gösteren, mahalli oyunlarımızdandır.
Oyunun malzemesi :
Tura oyununun bir tek malzemesi vardır. '' TURA ''
Tura, yular sapı dediğimiz, iki buçuk, üç metrelik urgandan oluşur.
Kendir bitkisinin kabuğu olan tiftik, özel işlemlerden geçirilerek, çuval, sicim, kalın urgan ve dokuma malzemesi olarak kullanılır. Ülkemizde, kendir tarımının çokça yapıldığı ilimiz Kastamonu'dur. Önceleri Malatya' mızda da kendir tarımı yapılırdı. Fakat son yıllarda,birçok sanayi bitkilerindeki yokoluş kendiri de vurmuştur. Şimdilerde yerini plastik ve elyafa terketmiştir.
İşte aile işletmeciliğinde, tarımsal amaçlı üretilen ve büyükbaş hayvanların başlarına ve boyunlarına ( Onları kontrol altında tutmak için ) takılan malzemeye yular ve onun uzantı ipine de '' yular sapı ''denir.
Bu bilgileri verdikten sonra, artık oyuna geçebiliriz. Yular sapı ikiye katlanır, bükülür ve suya daldırılır. Suyu emen urgan, kıvrak bir sopaya dönüşür. TURA hazırdır.
Sekiz,on kişiden oluşan oyuncular, geniş bir halka oluşturur. Ortada, oyunun kurallarını belirleyen ve kontrolü sağlayan bir hakem. Davul ve zurna da varsa oyuna başlanabilir.
Hakem, turayı saymaca usulüyle belirlenen ebeye verir. Hakemin işaretiyle, tokmak davula vurulur ve zurna '' Cezayir'' havasını çalar. Artık oyun başlamıştır.
Ebe, elindeki ip sopayı sallayarak halkadakilerin kollayarak, halka içinde dönmeye başlar. Turacıya gözünü kestiren oyunculardan biri, yumruğunu sıkarak ebeye hücum eder ve punduna getirerek onun sırtına yumruğu indirip kaçar. Turacı, kendisine yumruk vuranı kovalar, var gücüyle,kaçan kişinin başından aşağı. kalçadan yukarı,yani sırtına turayı şaklatır. Turayı halkada hamle yapan birine teslim eder, kaçarak halkadaki boşalan yere geçer.
Oyun tekrarlanarak, onlarca tur dönülür.
Davul, zurna çalar, seyirciler oyunculara alkışla morel takviye ederler. Bir şeyi anlatmayı unuttum, oyuncular gömlekli olma şartına bağlıdırlar. yani giyside kaba bir şey giymemiş olma şartına uyarlar.
Oyun sonrası, sırtları açıldığında, sopanın kalınlığında birkaç kanlanmış izler görülür. Bu oyununun dayanıklık ve güç oyunu olduğunu belirtmiştim. Ancak kendine güvenen, çevik ve oyunda pişmiş olanlar az dayak yer ama çok dayak atar.
Anadolu' da çokça oynanan bir oyundur. Bana kalırsa, biraz da tehlikeli bir oyundur Sakat kalma, kaburga kemiklerinde ve kollarda kırılma, ciğerlere kan oturması veya ciğer yırtılmaları olabilecek bir oyundur.
Suceyin Toprağı' nda en iyi turayı Bükemin Oğlu Sünnetçi Mehmet Bozkurt oynardı. ( Köyün ve çevre köylerin o yıllarda tek sünnetçisiydi. Fenni sünnet henüz o yörelere gelmemişti. Sünnetçi Mehmet her halde, baba mesleğini sürdürüyordu ) 1.85 m. kadar boyunda 75 kg. kadar ağırlığında, atletik sayılacak adaleli bir vücuda sahipti. Oyuna dahil olduğu zaman oyuncularda her biri ondan tura yememeye çalışırdı. Vurduğu her tura rakibini sarsar ve bağırtırdı. Çok ta çalımlı duruşlar sergiler, çevresini kartal gözü ile süzerdi. Turadan kaçmayı kendisine yedirmez, her yediği turaya gülerdi ama sırtından gömleğine çıkan kanı herkes görürdü.
Sünnetçi Mehmet, halk oyunlarını da güzel oynardı.
Sanırım ( Sanırım diyorum ,çünkü çok bilmiyorum ) ailesi sonradan gelip bu köye yerleşmişti. Kendisi, bu köyden evliydi. İkisi erkek, üçü kız olmak üzere beş evladı vardı. Beş çocuğu da belirsiz aralıklarla öğrencimiz oldular.
1970 yılı sayımında Komönü denilen küçük mahallede sayım yaptığım sırada, henüz tanışalı çok olmamıştı. Sünnetçi'nin ailesini yazmak için kendisini, Ali Metin'nin ( Cinali ) evinin ayvanına çağırdık ve hane halkını yazarken gülerek, Hocam dedi, bir de yeni bebemiz oldu. Ona henüz isim vermedik. Onu da mı yazacaksın ? Elbette dedim, şimdi bir isim veririz, onu da yazarız, dedim. Küçük bebeğe kız kardeşimin adını vedim ve belgeye '' Gülay ''yazdım. Yani Gülay Bebeğin isim babası oldum. Okula başladığı yıl ben hala Suceyin' de öğretmendim. Böyle de bir anım var.
Kimler geldi kimler geçti, dostlar göçtü, anıları kaldı.( 13. 05. 2015
Mustafa KURT
Emkl. Öğrtmn. ( Anılardan Sayfalar )
Emkl. Öğrtmn. ( Anılardan Sayfalar )
AYNI BEDENDE BİZ İKİMİZ
AYNI BEDENDE BİZ İKİMİZ
Ne olur,
Kaçırma ellerini ellerimden,
Bırak ellerin ellerimde kalsın.
Ellerim,ellerin olsun.
Birlikte tutmak için,
Akıp giden zamanı.
Kaçırma ellerini ellerimden,
Bırak ellerin ellerimde kalsın.
Ellerim,ellerin olsun.
Birlikte tutmak için,
Akıp giden zamanı.
Ne olur,
Kaçırma gözlerini gözlerimden.
Gözlerimin içine bak.
Gözlerim,gözlerin olsun,
Birlikte bakmak için,
Tüm güzelliklere.
Kaçırma gözlerini gözlerimden.
Gözlerimin içine bak.
Gözlerim,gözlerin olsun,
Birlikte bakmak için,
Tüm güzelliklere.
Ne olur,
Kaçınma,başını göğsüme yasla.
Orda öyle kal.
Dinle kalbimin sesini.
Kalbim,kalbin olsun.
Birlikte büyütmek için,
Doğmakta olan aşkımızı.
Kaçınma,başını göğsüme yasla.
Orda öyle kal.
Dinle kalbimin sesini.
Kalbim,kalbin olsun.
Birlikte büyütmek için,
Doğmakta olan aşkımızı.
MUSTAFA KURT
Şiir Defteri 1973 Malatya
Şiir Defteri 1973 Malatya
22 Mayıs 2015 Cuma
ANAMA ŞİİR YAZDIM
ANAMA ŞİİR YAZDIM
Dünyaya geleli,
Yaşadı çileli.
Gülmedi besbelli,
Oy garip ANAM.
Beli oldu yay,
Gençliği oldu zay.
Vay haline vay,
Oy garip ANAM.
Kefene sardım seni,
Koluma aldım seni,
Toprağa kardım seni,
Oy garip ANAM:
MUSTAFA KURT
Şiir Defteri 09.05.2015 Malatya
12 Mayıs 2015 Salı
BİR BEDENDE İKİMİZ
BİR BEDENDEN İKİMİZ
Ne olur,
Kaçırma ellerini ellerimden
Bırak ellerin ellerimde kalsın.
Ellerim,ellerin olsun.
Birlikte tutmak için,
Akıp giden zamanı.
Ne olur,
Kaçırma gözlerini gözlerimden.
Gözlerimin içine bak.
Gözlerim,gözlerin olsun.
Birlikte bakmak için,
Tüm güzelliklere.
Ne olur,
Kaçınma,başını göğsüme yasla.
Orda öyle kal.
Dinle kalbimin sesini.
Kalbim,kalbin olsun.
Birlikte büyütmek için,
Doğmakta olan aşkımızı.
MUSTAFA KURT
Şiir Defteri 1973 Malatya
2 Mayıs 2015 Cumartesi
DOSTUM (BİZ)
DOSTUM ( BİZ )
Bizdik korkusuz yürek.
Bizdik bükülmez bilek.
Bizdik göklere direk.
Şimdi yıkıldık DOSTUM.
Bizdik yıldızlara eş.
Bizdik sönmeyen ateş.
Bizdik herkese kardeş.
Şimdi ayrıldık DOSTUM.
Bizdik küsüp barışan
Bizdik teri toprağa karışan.
Bizdik zamanla yarışan.
Şimdi yorulduk DOSTUM.
MUSTAFA KURT
Şiir Defteri 2009
18 Nisan 2015 Cumartesi
SUCEYİN KÖYÜNDE İLK GECEM
ARAPKİR İLÇESİ SUCEYİN KÖYÜ YOLUNDA ve SUCEYİN KÖYÜNDE İLK GECEM
Yıl 1970 Okulların açılmasına günler kala, naklen atandığım Suceyin Köyü İlkokulu Öğretmenlik görevime başlamak için yola çıktım. Dört saatlik yolculuktan sonra Arapkir İlçesine vardım. Eşya dengimi ve valizimi, Suceyinli Hüseyin Kırık' ın işlettiği otelin girişine bıraktım. Köye gidecek, birkaç köylünün de olduğu beni memnun etti. Otelin bitişiğindeki bakkal dükkanına buyur edildim.
Ben, bana ısmarlanan çayımı yudumlarken, sayıları beş kadar olan köylüler de yanımıza geldi. Tanışma faslından sonra,bir diğer öğretmen arkadaşım Mehmet Beyin de, bu gün köye geçtiğini söylediler.
O arkadaş ailesiyle, kendi traktörleriyle köye geçmişlerdi. Köyün muhtarı da yanımıza geldi ve tanıştık. Muhtar Mehmet Özdemir. Hoş geldin faslından sonra , ''hocam inşallah köye birlikte gideceğiz'', dedi ve ekledi, ''Köye YSE şantiye kuracak. Köyümüzün yolları çok bozuldu, yolumuzu şöyle bir elden geçirecekler'' dedi. ( Bu elden geçirme işi tam iki ay sürdü ve şantiye elemanları köyün sırtında, tam bir saltanat sürdü.) ''Sen şöyle ilçeyi bir gez, zamanı geldiğinde biz sana haber veririz'' dedi. Avuç içi kadar ilçe, ne kadar dolaşabilirsin ki.
Oteli karşıdan gören bir lokanta ve bitişiğinde de bir kahvehane var. Lokantada öğle yemeğimi yedim ve kahvehanenin önündeki çardağın altında oturdum ve şehirden aldığım gazetemi okumaya başladım.
Gazeteyi reklamlarına varıncaya kadar okudum. Bizimkilerden hala hareket yoktu. Arada gördüğüm muhtara, ne zaman muhtar dediğimde, hemen hocam, az kaldı diyor geçiştiriyordu.
Uzatmayalım, ikindi oldu, akşam oldu ve hatta yatsı ezanı okundu. Biz hala ilçedeydik. Neyi, niye beklediğimiz hakkında en ufak bir bilgiye sahip değildim. Çok sonra, köy yolunu yapacak paletli aracın çaya kavuşması hedefleniyormuş.
Nihayet o yörede yük ve insan taşıyan ve adına pikap denilen, arkası tenteli küçük kamyonete doluştuk. Tabii ki eşyalarımızı da yükledik. Arabada benim yerim şoför muhaliydi.
Mehtabı bol bir geceydi. Arabanın farları yolu aydınlatıyor, nedense çevreyi seyretmeyi engelliyordu. Birtakım virajlı, inişli, çıkışlı bir saatlik yoldan sonra, Şoseden ayrılan köy sapağına vardık. İlerde çalılıkların arasına park etmiş dozeri ve şoförünü gördük. Araba eğlendi, hepimiz indik ve birer sigara yaktık. ( O yıllarda sigara içiyordum )
Yorgunluk gidermek için sağa sola volta atarken mevcut köylülerle sohbet etme fırsatım oldu. Karşımızda Eğnir Köprüsü, geldiğimiz yolun Divriği Yolu olduğunu ve kıyısında bulunduğumuz çayın Bırik Çayı olduğunu öğrendim. 20 . 25 km. yol geldiğimizi ve daha gidilecek 10 km. kadar yolumuz olduğunu öğrendim.
Yol koşulları yüzünden araba gerekli hıza ulaşamadığından ağır gelmiştik ve ağır ( Yavaş ) gidecektik. Muhtarın, dozer şoförüyle konuşması tamamlandı ve anlaşma sonucuna göre, adının Mahmut Erdem olduğunu sonradan öğreneceğim bir vatandaşı nöbetçi olarak dozerin yanında bırakılmasına karar verildi. Dozerin şoförünü de arabaya alarak, geriye kalan yolumuza devam ettik.
Gene aynı şekilde, bazen virajlı, bazan yokuş, bazen inişli yollardan ve gene çevreyi seyretmeden yol aldık. Yol ayrımından 5 km. kadar sonra, pikabın sürücüsü ''hocam, Suceyin buradan başlar'', dedi. ''Burası Akkaya Mezrası ve daha köy merkezine 5 km.kadar yolumuz var'', diye söyledi.
Muhtarın evi köyden berideydi, Muhtar, misafirini ve eşyalarını alarak arabadan indi ve bizi iyi dileklerle uğurladı. Çok geçmeden, şoför, ''geldik hocam''. diyerek, frene bastı. Ayağımı yere attığım anda, okul binasının önünde olduğumuzu anladım. Arabanın diğer yolcuları da indi ve kendi eşyalarını bıraktıktan sonra benim eşyaları da okulun girişine taşıdılar. Bizi getiren arabanın şoförü, her birimizle tokalaşarak, gideceği yolu tuttu.
Beraber geldiğimiz ve adının ''Mehmet Ali Özbek'' olduğunu söyleyen arkadaş, ''hocam bize gidelim. Yarın sabah belikte geliriz. Ama seni biraz yaya yürüteceğiz'',dedi. Arabadan indirdiği bagajı tam almıştı ki, elinde el feneri olan bir şahıs bize doğru geliyordu. Sesinden anladığı köylü gence ( Birlikte yolculuk ettiğimiz Mehmet Ali 25 yaşlarında kadardı, Diğer üçü de öyle,hatta daha gençlerdi. Hoş bende Yaşlı değildim. Bende 23 yaşında kadardım ve bu yıl görevdeki üçüncü yılım olacaktı. Bundan önceki iki yılımı kesintisiz vekil öğretmen olarak tamamlamıştım. ) ''Memet Ali, hoş gelmişsiniz, yanındakiler kim'' ? (Hem yürüyor hem konuşuyordu ) diye sordu. Daha cevabını almamıştı ki yanımıza geldi. Mehmet Ali'nin ve diğer iki şahsın ellerini sıktı. Sıra bana gelince Mehmet Ali, ''köyümüzün yeni hocası dedi.'' Sonradan adını öğrendiğim ve çok yakın dostum olacak Bekçi Ali idi .Bekçi Ali, samimi bir şekilde elimi sıktı ve hoş geldin dedi.
Mehmet Ali, ''Bekçi Amca, ben istiyorum ki hocayı bizim eve götüreyim,'' diyince Bekçi Amca' itiraz etti ''Olmaz dedi, sizin ev çok uzak, hocamı ben misafir ederim:'' dedi. Yol arkadaşlarımla vedalaşıp, Ali Efendinin gösterdiği yola koyulduk. Çok ta gitmedik. Küçük bir rampayı çıkarken,
''Hocam, damda mı yatarız yoksa içerde mi ?'' diye sordu. Ben ,çiftçi ve çoban bir ailenin çocuğuydum. Damda yatmanın ne kadar zevkli olduğunu biliyordum ve kararımı söyledim.
Bir küçük sekinin üzerine çıkmıştık ki, ''geldik hocam,'' dedi, Ali Efendi, dam loğunu ( Loğ, büyük taş silindir. ) göstererek, ''hocam sen biraz otur, hemen geliyorum,'' diyerek yanımdan ayrıldı. Ben loğun üzerine oturdum, bir sigara yaktım. Çakmağın ışığında baktığım saat, neredeyse 24.00' ü gösteriyordu.
Biraz ilerde el değirmeni sesi geliyor ve bir pikapta o yıl moda olan Ali Kızıltuğ' un '' Dam üstünde çul serer '' adlı plağı çalınıyordu.
Çok geçmeden Ali Efendi yatak dengiyle göründü. Arkasında da bir bayan, elinde bir tepsi tutuyordu. ( O bayan ki sonraki yıllarda bizlere bacı kadar yakın olmuş Hatça Yenge' ydi.) Ali efendi yatağı yaydı, Hatça Yenge, ''anam açsındır, bir şeyler ye ki uykun gelsin'', dedi ve elindeki tepsiyi serilen yatağın yanına bıraktı. Sofrada bir tabak yoğurt, bir dalak bal ve yeterinden fazla ekmek vardı. ( Bu gerçekten bir gönül zenginliği idi. Çünkü, o aileyi ve köyün diğer ailelerini tayınca, gönül zenginliği bu olsa gerek diye düşündüm.
Yoksulluğu kıracak, gurbetin dışında bir kaynak yoktu. Köyde yalnız aile tarımı yapılacak kadar, ''öküz dönmez'' ve bayır, bacak küçük bahçe ve tarlacıklar vardı. Elde edilen ürün, ancak ailenin günlük veya kilere bırakacakları birer avuç zahire, hububat ve kurutulmuş sebze ve meyvelerdi. Sadece bazı ailelerin birer ağaç cevizleri vardı.
Sonraları, bazı uyanıklar köye dadandı, ucuz pahalı demeden, kütük ( Tomruk ) alıcıları, köylünün elindeki yegane serveti olan cevizlerini satın aldı. Hayvancılık dersen o da hakkıyla yapılamıyordu. Çünkü yazın iyi kötü, köy çevresinde otlattıkları hayvanlarını, uzun süren kış günlerinde besleyecek hayvan yemi tedarik edilemiyordu. Yani hayvancılık ta yeterince yapılmıyordu. Sonuçta bu köylülere çiftçi de diyemeyiz.
Yoksulluğun en belirleyici örneklerinden biri de, mezralarda gelen ve öğlen yemeğini okulda yemek zorunda kalan öğrencilerin, aralarında bazen dolaşarak onlardan ne yediklerin sorduğumda, genellikle ''çökelek çomağı, öğretmenim'',derlerdi. Hiç bir besin değeri olmayan çökelek,ısıtılmış ekmeğin arasına sıkıştırılır ve rulo yapılır. İşte o meşhur çökelek çomağı, o yavrularımızın öğlen yemeğiydi, Belki dostlarım bana darılacak ama gerçekler de inkar edilemez. ''Elde yok, avuçta yok'', böylece üstte yok ayakta yok, dahası tasta ve tavada da olamazdı.
Güz sonuna doğru, köyün eli iş tutan erkekleri, ver elini gurbet derdi. Genellikle İstanbul'a gidilirdi.
İstanbul' da bekar odalarında kalırlar. Gündüzleri hamallık yaparlardı. Çok azı pazarcılık, iş yeri bekçiliği yapardı. Oralara bağlanamaz, iş, güç çıkınca köyüne döner, getirdiği kazancı ile geçinmeye çalışırlardı.
Geriden gelen bir kuşak, babalarının yanında gurbete çıktı ve orada kalıcı işlere girdiler, ya da köyden daha önce çıkmış ve iş tutmuş kimseler, köylerinden gelen gençleri sahiplendiler. Ya kendi alanlarında iş edinmelerini sağladılar yada çevrede ve kendi gözleri önünde bulundurulacak işlere yerleştirdiler. Bu sahiplenme duygusu öyle yerleşti ki, köyden giden ve ailesini yanında götürenlere hemen iş ve barınak buluyorlardı.
Gurbette ayakları yer tutan köylüler, çocuklarını okuttu. Şu son yıllarda yüzlerce Suceyinli ya yüksek okullarda mezun, ya da tahsile devam aşamasında. Yani köyün makus talihini yendiler. Şimdilerde göç vermiş köyün nüfusu 100 den fazla değil. İster köyde kalanlar, isterse gurbette olanlar, gül gibi geçinip, gidiyorlar. Yazın köylerine tatil için dönenlerin sayısı hiçte küçümsenmeyecek kadar çoktur. Aldığım duyumlara göre, yazın köy cıvıl cıvıl oluyormuş. Artık herkesin yüzü güldüğüne göre bizlerde mutlulukta payımızı alıyoruz.)
Karı kocanın yanlarında getirdikleri nevaleyi yedikten sonra, iyi geceler deyip ayrıldılar. Ben de soyunup yatağa girdim. El değirmeninin sesi sanki, ninni olmuştu. Hemencecik uyumuşum.
Sabah bir uyandım ki ne uyanayım. Dağlarla kuşatılmış bir çanaktaydım sanki. Zamanla adlarını öğrendiğim, güneyde Kızılkaya,kuzeyde Karakaya,doğuda Hamzatdal,batıda Yığma tepeleri ile çevrili bir kuşatılmışlık içindeydim.
Benim yataktan kalkmamı bekleyen Hatça Yenge, ''daha ne yatıyorsun hoca,gün kuşluğa döndü'' diyerek alaylı alaylı gülüyordu. Gerçekten, güneş bayağı yükselmişti. Yatağın içinde elbiselerimi giydim. Ayaklanmıştım ki Bekçi Amca geldi. ''Hocam kahvaltı yapalım'', dedi. Ben, ''daha sonra'' diyerek, ''okulun oraya inelim'' dedim.
Birlikte okulun olduğu yere indik.
Mehmet Hoca, okulun önünde kendisini traktörle Suceyin' e getiren ağabeyini yolcu ediyordu. Selamlaşıp hal hatır ettik. Mehmet Beyle, maaşa geldiğimiz bir aybaşında tanışmıştık. Yolcusunu savdıktan sonra, bizi evine buyur etti. Yenge hanımın hazırladığı kahvaltıyla karnımızı doyurduk.
Bir gün sonra da benim bekar olduğum hasebiyle, lojmana yerleşmeme kararı verdik. Mehmet Bey köyde bir eve yerleşti, ben de lojmana. ( Hasan Bey isminde bir arkadaş daha atandıysa da köyde kalmadı, gitti. Bir daha da gelmedi. Bir iki ay sonra, Ali Güner Bey geldi. Mehmet Epik Bey'le dört yıl Ali Güner Bey'le yedi yıl birlikte çalıştık. Sonraki yıllarda, Şenay Hocanım ve Cezminur hocanımlarla birlikte çalıştık. Ama ne çalıştık, çokta başarılı olduk. Köy, bizlerden önce öğretmenlerin kadrine uğramıştı. En acısı neydi biliyor musunuz ? Ben 4 ve 5.sınıfları okuturken haftanın iki günü hece ve cümle çalışması yapmamdı.)
Tekrar başa dönecek olursak, Mehmet Hoca'da kahvaltı yaptıktan sonra fiilen köyde göreve başlamış oldum. O yıl nişanlandım yazına evlendim. İkinci görev yılımıza geldiğimizde evliydim.
Meraklısına, Suceyin Göldağı' nın kuzeyinde kurulu bir dağ köyüdür. Güneyden başlayarak doğuya doğru bir yay çizen bir vadidir. Vadini tabanı da, iki koldan gelen Suceyin ve Bırik Çayları, Çayların suyu yaz mevsiminde çok azalır. İki koldan gelen çay, Kalecik denilen Mezranın hemen önünde birleşerek yollarına devam ederek, Kozluk Çayına karışır. Vadi tabanı ile tepesi yer yer 300, hatta 500 metreye kadar çıkar. Yamaçların eğimi yerer 30 derecelik açı yapar. Yani eğim fazladır. Köyün merkezi toplu yerleşim alanıdır. Merkezin dışında, Kızılca, Taş Köprü, Kalecik, Satogiller, Akkaya ve Yamangiller Mezraları vardır. Bunlardan başka, yukarı çıkıldıkça ve aşağı inildikçe bahçelerin üzerine yapılmış evlerden oluşmuştur ve baştaki ev ile sondaki ev arasında 7,8 km. lik bir mesafe vardır. Köy yol, okul ve elektriğin dışında devletten tek yardım almamıştır. Köyü Kalkındırma Deneği, köyün içme suyu şebekesini.PTT şubesini, Cemevini, aşhaneyi, gasil haneyi, sağlık evini kendi imkanlarıyla yapmıştır. Sözünü ettiğim sosyal tesisler, şebeke suyu, elektrik, bizim görev yaptığımız zamanlarda yoktu.
Eksiklerimin çok olduğunu biliyorum, yeri geldikçe yazacağımı bilmenizi isterim. Sorularınız ve eklemek istediğiniz varsa, bana iletin, ilave etmeye çalışayım, ya da yorumlarınızla ilaveleri sizler yapın. Hemen şunu da belirteyim: Sonraki yıllarda köyümüz daha iyi hizmet alsın diye köy iki isme bölündü. Birisi Suceyin, diğeri Yeşil Yayla. Hizmet aldılar mı bilemem. Şimdilerde köy olmaktan çıktılar.Malatya Büyükşehir olunca, her iki köy de Arapkir'in birer mahallesi oldu. Bedava içtikleri sulara sayaç taktılar. Artık kendi olanaklarıyla getirdikleri suyu parayla içecekler. Sabrınıza sığınıyorum.
Konuyu fazla dağıtmaktan korktuğumdan, şahıslara fazla yer vermekten kaçındım.Ne var ki ,isimlerini zikrettiğim, Otelci Hüseyin Amca Bekçi Ali Amca, Eşi Haça Yenge, Mehmet Epik Hoca ve sevgili eşleri ve Muhtar Mehmet Özdemir rahmetli oldular. Göçüp gidenlere Allah'tan rahmetler diliyorum.
MUSTAFA KURT
Suceyin Eski Öğretmeni
Suceyin Eski Öğretmeni
EYLÜL SONU
KARALAYIP DEFTERİMİN ARASINA BIRAKTIĞIM BAZI ŞİİRLERİM BUGÜN BANA ŞAİRMİŞİM GİBİ DUYGULAR YAŞATIYOR.İNANINIR MISINIZ?ÇOĞU ZAMAN ACABA BU ŞİİRİ BEN Mİ YAZDIM? DİYE TEREDDÜTTE KALIYORUM.İŞTE ONLARDAN BİRİ DAHA SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM.
EYLÜL SONU
Göçmen kuşların gittiği,
Ama benim hiç görmediğim.
Uzak diyarlara türkü söyledim.
İçinde aşk vardı.
Buram buram özlem vardı.
Bir sen yoktun,
Bir de pınarları kurmuş,
Gözlerimde yaş.
Ama benim hiç görmediğim.
Uzak diyarlara türkü söyledim.
İçinde aşk vardı.
Buram buram özlem vardı.
Bir sen yoktun,
Bir de pınarları kurmuş,
Gözlerimde yaş.
Mustafa Kurt MALATYA
DOSTLARIM
SEVGİLİ SUCEYİNLİ VE YEŞİL YAYLALILAR BU GÜNKÜ PAYLAŞIMIMI 1970'Lİ YILLARDA BENİM DOSTLARIM OLAN, SİZLERİN DE DEDESİ, BABASI, AMCASI, KİRVESİ, KAYIN PEDERİ OLAN BİRÇOK KİMSENİN İSİMLERİNİ LİSTELEMEYE ÇALIŞACAĞIM. BÖYLECE SİZ YAKINLARINIZI, BEN DE DOSTLARIMI YADETMİŞ OLACAĞIM. BU LİSTELEMEDE, KÖYLERİNİZİN O GÜNKÜ HANE SAYISI ORTAYA ÇIKMIŞ OLACAK. LİSTELEMEYE, AKKAYA' DAN BAŞLAYACAĞIM. İSİMLERİNİ UNUTTUĞUM DOSTLARDAN ŞİMDİKTEN ÖZÜR DİLİYORUM. AYRICA SIRALADIĞIM İSİMLERİ LAKAPLARIYLA BİRLİKTE YAZACAĞIM. LAKABINDAN UTANANLARDAN DA ŞİMDİKTEN SÖYLEYEYİM HİÇ KUSURA BAKMASINLAR, GERÇEKÇİ OLMAK ZORUNDAYIM. AYRICA İSİMLERİNİ BİLMEDİĞİM HANIM YENGELERİMDEN DE ÖZÜR DİLEMEK İSTİYORUM. O GÜNÜN ÖĞRENCİLERİNDEN İSİMLERİNİ UNUTTUKLARIM DA KUSURA BAKMASIN. ÇÜNKÜ AKIL DEFTERİM O KADAR YÜKÜ KALDIRAMAMIŞ OLABİLİR. BİR DE SİZLERDEN RİCAM, EŞİNİZE DOSTUNUZA SÖYLEYİN YA DA PAYLAŞIN. BU LİSTE HEPİNİZDEN BİR PARÇAYI İÇİNDE BARINDIRMAKTADIR.
HAYDI BAKALIM, AKKAYADAN BAŞLIYORUZ. EKSİKLERİNİ SİZLER TAMAMLAYIN.
Akkaya' dan Yaman gilin Sarı Hüseyin Yaman Oğulları:Ali, Mehmet ve Celal. Bu aileden bize üç öğrenc gelirdi, A. Rıza, Muharrem ve Gürsel .
Rus Ali' nin oğulları Cuma ve Mustafa Kuru, Cuma' nın üç oğlunu biz okuttuk. Sadık,Hüseyin ve M. Ali. Mustafa'nın bir oğlunu hatırlıyoru ,sanırım Abidin' di.
Cumugun Oğlu İmam Metin, iki oğlu Abidin ve Hasan' hatırlıyorum,
Musa Dayı ve oğlu Ali, Alinin iki oğlunu hatırlıyorum. Hüseyin ve Sadık metin,
Koca Ali Canlı, Oğlu Yüksel vardı, ikide kızı vardı.
Kel Turan Şahin, çocuklarını hatırlamıyorum.
Kurugillerden. sanırım yaşlı bir Rıza Amca vardı. Oğlu Hüssük ( Hüseyin) Kuru. Hüssügün oğlu Ali Kuru öğrencimizdi.
Feyzullah Kuru, Muharrem Kuru ve eşi Melek Kuru. Kızları okula gelirdi. Zülfikar Kuru, oğlu Cırıt Hüseyin'i çok sonra tanıdım.
Şimdi Lakabını hatırlamadığım Mustafa Demir. Eşi Güllü vardı. Hüseyin ve Hasan öğrencimizdi.
Yukarda Karacanikler vardı. Halil Karacanik, bir oğlu, sanırım Hüseyin öğrencimizdi.
Haphap Memet Canlı, oğlu Reşit, kızı Hüsnüye öğrencimizdi.
Karşıda Cumuk Dayı vardı. Oğlu Ali ve Hüseyin Metin. Cumuk Ali'nin oğlu Ahmet ve kızı Ayfer öğrencimizdi.
Kurugilden birisi daha vardı sanırım ama kimdi hatırlamıyorum.( Sanırım, Güzel Kuru, Eşi H. Hüseyin Kırık' ın Kızı )
Kalecik'e inelim. Çolakgilin Muzzik Memet Amca , Oğlu Celal ve Muharrem Çolak Celal'ın oğlu Hakkıy'ı hatırlıyorum.
Hasan Çolak,oğulları Sani ve Kardeşi Gazi öğrencimizdi.
Aziz Çolak,Oğlu Ali' hatırlıyorum.
İbrahim Çolak
Gülşah Teyze'yi Hatırlıyorum.Torunu S.Zeki'yi tanıyorum.
Sakallı'nın oğulları Seyfettin ve Muharrem Taşdemir. Muharremin oğlu Sahip ve bir kızı öğrencimizdi. Muharem'in eşi Menekşe Yenge'ydi.
Mıllagilin Hasan Dayı, oğlu Hüseyin, Zülfikar, Nesimi Taşdemir, O ailedeki çocuklar,Hüseyin'in oğlu,Ali İhsan ve
Abidin,Zülfikar'ın oğlu M.Rıza, Nesimi'nin oğulları Hürşehit ve Muharrem.
Gırıgiller' deki babayı hiç tanımadım,oğulları Deniz ve Mahir çok sonra tanıdım. Anneleri Çivi Bektaşın kızı. Soyadları Kavi
Orada ayrıca Bir dul bayan vardı Sanırım Rıza Taşdemir'in eşi Hatun'du. Hüseyin isimli çocukları, öğrencimizdi.
Çivi Bektaş Amca ve oğlu Ali'yi hatırlıyorum.
Küllü Mehmet, o yılların bir bölümünde köyün efsane muhtarıydı. Muhalifleri beğenmeye bilir ama iyi bir muhtardı. Eşi Tamo Yenge, oğulları Kamber ,Ali ve Hüseyin. İki de kızı olduğunu biliyorum. Soyadları Özdemir. Küllünün babası Ucuf Hasan Dayı' yı nerdeyse unutuyordum.
Coliğin Değirmeni'nin karşısında derede, Hılıgın Oğlu Hüseyin Delikkaya, oğulları, M. Ali, Ali İhsan ve Celal vardı. Ali İhsan ve Celal öğrencimizdi.
Gelelim Yamangillere: Gıççı Hasan Dayı, eşi ve oğlu Dursun Yaman
Yappıdı İsmail Dayı, eşi ve Oğlu Abdullah,Abdullahın oğlu Ali Yaman.
Gago Hasan'ın oğlu Aziz Yaman ve eşi. Sanki bir kızı okula geliyordu.
Çonoğun Oğlu Memet, eşi ve çocukları. Bir kızı okula geliyordu.
Ahmet Sağır ve annesi.
Navruz ve kızları. Kızlar öğrencimizdi.
Komönünde:Muhtar M. Ali Bakır: eşi Meral yenge, oğulları Ahmet, Alaaddin, Muharrem, İsmail ve Behzat Bakır.
Hüseyin Bakır, oğlu Kahraman. eşi Kahraman'ın oğlu Adil ve Muharrem, kızı, Neriman. Muharrem ve Neriman öğrencimizdi.
Mecit Metin, oğulları Celal ve Hasan Metin. Kızları: Gülşen, Şazimet ve
Dilşat,öğrencimiz oldular.
Sünnetçi Memet Bozkurt, Oğlu A. İhsan, Kızları Fatma, Gülay, ( Gülay'ın isim babası benim.) Bir kızı daha vardı ismini hatırlayamadım. Eşi Sultan.
Ali Türkan(Bey Dayı) Karısı Hüsne Teyze,oğulları Sadık ve Dursun.
Bir Hüseyin Amca Daha vardı,Sanırım soyadı Bakır'dı (Hanımın Oğlu Olabilir)eşi ve kızları.
Ali Metin (Cinali) Hanımı Güllü(Gülistan) oğulları Sadık,kızları Satı ve Nazik.Çocukları öğrencilerimizdi.
Cellogilin Hüseyin Amca,eşi veOğlu Muharrem ve onun eşi.Soyadlarını bilmiyorum.
Süleyman Kırık (Deli Sılo) karısı Satılmış ve H.HÜseyin Kırık'ın Annesi Meyrem,Satılmış Teyze'nin oğlu ki ben onu hiç görmedim,O'nun oğulları Ali ve Murtaza'yı tanıyorum.Anneleri Kıymet.
Cellogillin Yusuf,eşi Hatice,oğlu İlyas öğrencimizdi,
Longonun Oğlu Mustafa Delikkaya,kızı Diber ve oğlu Ali öğrencimizdi.Okula gelen küçük bir kızı daha vard.
Şeyh Hüseyin Elhan,oğlu Kuzu Beyi Ali ve Mustafa,Ali'nin Oğulları Selim ve İlyas.
Kuruk gilin Ali Oral,Eşi Hatça,Oğulları;Zeynel,Battal,Hasan Naki ve kızları Zülbent.Battal ve Hasan öğrencimizdi.
O Arada Cumo eşi,ve oğulları Muharrem vardı..
Keloğun Oğlu Hasan Özçelik,oğlu,Celal Özçelik,Celalın Karısı Satı (Pıtı Yenge) çocukları,Hatice,Hüseyin veNihat.Hatice ve Hüseyin öğrencimizdi.
Aloun Memet eşi meyrem,oğulları Kadir.
SarıGelin Teyze,Sanırım adı Zeynep'ti,Soyadları Oral olsa gerekti.Oğlu Mehmet.kızları Sultan,Fatma ve Songül'dü.
Sülükgilin Süleyman Akşahin Karısı Meyrem,Çocukları Hüseyin,Turgay ve Sanırım Musa'ydı.Turgay' okuttuk.Şevki Akşahin,sonradan eklendi
Dolma'nın Oğlu Şeyho,soyadını bilmiyorum.
Kulunk Hüseyin Oral,oğulları İmam ve Battal Yaman'ı tanıyorum.Üç kızını biliyorum,büyük olanın ismini hatırlamıyorum.Cafer ile evlenmişti.Diğer kızlar,Tamam ve Çiçek'i.Yanılmıyorsam Kulunk dayımın bir oğlu da bir kuyuda boğularak rahmetli olmuştu.
Rus Ali' nin oğulları Cuma ve Mustafa Kuru, Cuma' nın üç oğlunu biz okuttuk. Sadık,Hüseyin ve M. Ali. Mustafa'nın bir oğlunu hatırlıyoru ,sanırım Abidin' di.
Cumugun Oğlu İmam Metin, iki oğlu Abidin ve Hasan' hatırlıyorum,
Musa Dayı ve oğlu Ali, Alinin iki oğlunu hatırlıyorum. Hüseyin ve Sadık metin,
Koca Ali Canlı, Oğlu Yüksel vardı, ikide kızı vardı.
Kel Turan Şahin, çocuklarını hatırlamıyorum.
Kurugillerden. sanırım yaşlı bir Rıza Amca vardı. Oğlu Hüssük ( Hüseyin) Kuru. Hüssügün oğlu Ali Kuru öğrencimizdi.
Feyzullah Kuru, Muharrem Kuru ve eşi Melek Kuru. Kızları okula gelirdi. Zülfikar Kuru, oğlu Cırıt Hüseyin'i çok sonra tanıdım.
Şimdi Lakabını hatırlamadığım Mustafa Demir. Eşi Güllü vardı. Hüseyin ve Hasan öğrencimizdi.
Yukarda Karacanikler vardı. Halil Karacanik, bir oğlu, sanırım Hüseyin öğrencimizdi.
Haphap Memet Canlı, oğlu Reşit, kızı Hüsnüye öğrencimizdi.
Karşıda Cumuk Dayı vardı. Oğlu Ali ve Hüseyin Metin. Cumuk Ali'nin oğlu Ahmet ve kızı Ayfer öğrencimizdi.
Kurugilden birisi daha vardı sanırım ama kimdi hatırlamıyorum.( Sanırım, Güzel Kuru, Eşi H. Hüseyin Kırık' ın Kızı )
Kalecik'e inelim. Çolakgilin Muzzik Memet Amca , Oğlu Celal ve Muharrem Çolak Celal'ın oğlu Hakkıy'ı hatırlıyorum.
Hasan Çolak,oğulları Sani ve Kardeşi Gazi öğrencimizdi.
Aziz Çolak,Oğlu Ali' hatırlıyorum.
İbrahim Çolak
Gülşah Teyze'yi Hatırlıyorum.Torunu S.Zeki'yi tanıyorum.
Sakallı'nın oğulları Seyfettin ve Muharrem Taşdemir. Muharremin oğlu Sahip ve bir kızı öğrencimizdi. Muharem'in eşi Menekşe Yenge'ydi.
Mıllagilin Hasan Dayı, oğlu Hüseyin, Zülfikar, Nesimi Taşdemir, O ailedeki çocuklar,Hüseyin'in oğlu,Ali İhsan ve
Abidin,Zülfikar'ın oğlu M.Rıza, Nesimi'nin oğulları Hürşehit ve Muharrem.
Gırıgiller' deki babayı hiç tanımadım,oğulları Deniz ve Mahir çok sonra tanıdım. Anneleri Çivi Bektaşın kızı. Soyadları Kavi
Orada ayrıca Bir dul bayan vardı Sanırım Rıza Taşdemir'in eşi Hatun'du. Hüseyin isimli çocukları, öğrencimizdi.
Çivi Bektaş Amca ve oğlu Ali'yi hatırlıyorum.
Küllü Mehmet, o yılların bir bölümünde köyün efsane muhtarıydı. Muhalifleri beğenmeye bilir ama iyi bir muhtardı. Eşi Tamo Yenge, oğulları Kamber ,Ali ve Hüseyin. İki de kızı olduğunu biliyorum. Soyadları Özdemir. Küllünün babası Ucuf Hasan Dayı' yı nerdeyse unutuyordum.
Coliğin Değirmeni'nin karşısında derede, Hılıgın Oğlu Hüseyin Delikkaya, oğulları, M. Ali, Ali İhsan ve Celal vardı. Ali İhsan ve Celal öğrencimizdi.
Gelelim Yamangillere: Gıççı Hasan Dayı, eşi ve oğlu Dursun Yaman
Yappıdı İsmail Dayı, eşi ve Oğlu Abdullah,Abdullahın oğlu Ali Yaman.
Gago Hasan'ın oğlu Aziz Yaman ve eşi. Sanki bir kızı okula geliyordu.
Çonoğun Oğlu Memet, eşi ve çocukları. Bir kızı okula geliyordu.
Ahmet Sağır ve annesi.
Navruz ve kızları. Kızlar öğrencimizdi.
Komönünde:Muhtar M. Ali Bakır: eşi Meral yenge, oğulları Ahmet, Alaaddin, Muharrem, İsmail ve Behzat Bakır.
Hüseyin Bakır, oğlu Kahraman. eşi Kahraman'ın oğlu Adil ve Muharrem, kızı, Neriman. Muharrem ve Neriman öğrencimizdi.
Mecit Metin, oğulları Celal ve Hasan Metin. Kızları: Gülşen, Şazimet ve
Dilşat,öğrencimiz oldular.
Sünnetçi Memet Bozkurt, Oğlu A. İhsan, Kızları Fatma, Gülay, ( Gülay'ın isim babası benim.) Bir kızı daha vardı ismini hatırlayamadım. Eşi Sultan.
Ali Türkan(Bey Dayı) Karısı Hüsne Teyze,oğulları Sadık ve Dursun.
Bir Hüseyin Amca Daha vardı,Sanırım soyadı Bakır'dı (Hanımın Oğlu Olabilir)eşi ve kızları.
Ali Metin (Cinali) Hanımı Güllü(Gülistan) oğulları Sadık,kızları Satı ve Nazik.Çocukları öğrencilerimizdi.
Cellogilin Hüseyin Amca,eşi veOğlu Muharrem ve onun eşi.Soyadlarını bilmiyorum.
Süleyman Kırık (Deli Sılo) karısı Satılmış ve H.HÜseyin Kırık'ın Annesi Meyrem,Satılmış Teyze'nin oğlu ki ben onu hiç görmedim,O'nun oğulları Ali ve Murtaza'yı tanıyorum.Anneleri Kıymet.
Cellogillin Yusuf,eşi Hatice,oğlu İlyas öğrencimizdi,
Longonun Oğlu Mustafa Delikkaya,kızı Diber ve oğlu Ali öğrencimizdi.Okula gelen küçük bir kızı daha vard.
Şeyh Hüseyin Elhan,oğlu Kuzu Beyi Ali ve Mustafa,Ali'nin Oğulları Selim ve İlyas.
Kuruk gilin Ali Oral,Eşi Hatça,Oğulları;Zeynel,Battal,Hasan Naki ve kızları Zülbent.Battal ve Hasan öğrencimizdi.
O Arada Cumo eşi,ve oğulları Muharrem vardı..
Keloğun Oğlu Hasan Özçelik,oğlu,Celal Özçelik,Celalın Karısı Satı (Pıtı Yenge) çocukları,Hatice,Hüseyin veNihat.Hatice ve Hüseyin öğrencimizdi.
Aloun Memet eşi meyrem,oğulları Kadir.
SarıGelin Teyze,Sanırım adı Zeynep'ti,Soyadları Oral olsa gerekti.Oğlu Mehmet.kızları Sultan,Fatma ve Songül'dü.
Sülükgilin Süleyman Akşahin Karısı Meyrem,Çocukları Hüseyin,Turgay ve Sanırım Musa'ydı.Turgay' okuttuk.Şevki Akşahin,sonradan eklendi
Dolma'nın Oğlu Şeyho,soyadını bilmiyorum.
Kulunk Hüseyin Oral,oğulları İmam ve Battal Yaman'ı tanıyorum.Üç kızını biliyorum,büyük olanın ismini hatırlamıyorum.Cafer ile evlenmişti.Diğer kızlar,Tamam ve Çiçek'i.Yanılmıyorsam Kulunk dayımın bir oğlu da bir kuyuda boğularak rahmetli olmuştu.
Çaput Ali İlyasoğlu,Karısı Gülizar,Oğulları Abdullah,İlyas ve Haydar'I biliyorum.
H.Mehmet Metin,Karısı Çeşminaz ,Oğlu Ali ve kızı Aydoğan Öğrencimizdi.İki Kızları daha vardı,Yeter ve Zeynep.Çaput Alinin İki Kardeşi Ahmet ve Hüssük Metin eşleri ve çocukları..
Hayatgilin Fedi Halayı unutamam.Oğlu Ali Yusuf ve Hikmet vardı.
Aluğ Meyremmin Oğlu Sadık Küçükkaya(Eğitmen)Karısı sanırım Zeynep.Oğulları Celal ve Hayri.
Aluğun Oğlu Hüseyin Küçükkaya,eşi Eşo Yenge Oğulları Ahmet Eşi Suna.Kızları Lutfiye ,Aliye,Meyrem (Gülkız) veSakine.
Lakabını bilmediğim,Totoz Sadığın babassı Hacı Metin,eşi Güllüğan,Oğulları Sadık ve Abdullah.Sadık'ın eşi Dürdane,çocukları.H:Hüseyin,Behzat Nevzat, Muharrem,iki de kızları vardı.İki oğlan ve bir kızı öğrencimizdi.
H.Mehmet Metin,Karısı Çeşminaz ,Oğlu Ali ve kızı Aydoğan Öğrencimizdi.İki Kızları daha vardı,Yeter ve Zeynep.Çaput Alinin İki Kardeşi Ahmet ve Hüssük Metin eşleri ve çocukları..
Hayatgilin Fedi Halayı unutamam.Oğlu Ali Yusuf ve Hikmet vardı.
Aluğ Meyremmin Oğlu Sadık Küçükkaya(Eğitmen)Karısı sanırım Zeynep.Oğulları Celal ve Hayri.
Aluğun Oğlu Hüseyin Küçükkaya,eşi Eşo Yenge Oğulları Ahmet Eşi Suna.Kızları Lutfiye ,Aliye,Meyrem (Gülkız) veSakine.
Lakabını bilmediğim,Totoz Sadığın babassı Hacı Metin,eşi Güllüğan,Oğulları Sadık ve Abdullah.Sadık'ın eşi Dürdane,çocukları.H:Hüseyin,Behzat Nevzat, Muharrem,iki de kızları vardı.İki oğlan ve bir kızı öğrencimizdi.
O arada Hüssük dayı ve karısı Yetik vardı.Oğulları İsmail ve Selahattin'i tanıyorum.
Gazete Ali,Soyadı herhalde Metin' idi .Oğlu Mehmet ve bir kızı öğrencimizdi.
Kürt Haydar ve Eşi.
Kürt Hassey(Hasan) Karısı Kenan Amcanın kızı.
Ellezgilin Cuma,Karısı Hatice,Oğulları Arif.Bir kızı Hamzagilin gelini.
Memo Dayı (Mehmet Metin)Eşi Bağdat Yenge,oğulları Yusuf,Yusuf'un karısı Zeynep,çocukları,İsmail ve Satıgül.öğrencilerimizdi.Ali ve Hasan Metin'di.Hasan Metin'in oğlu Bülent biz köyde iken vardı.
Tottora Sadık ve eşi,oğlları Hüseyn'i biliyorum.
Kara Kıymatı ve oğlu Fini Mehmet.Mehmet Sarıgelin'in kızı Songül ile evlendi.sanırım,Mehmet'in bir erkek kardeşi daha vardı.Kız Kardeşi Celal Özçelk'in eşi.
Mehmet Yılmaz(Hasta Memet)Sonra Taş Köprü'ye Taşındı,Oğlu ve kızı öğrencimizdi.
O arada bir aile daha vardı ben onları sanki tanıyamadım.Adam gurbetçi olduğu için karşılaşmadık.Sanırım spastik bir çocukları vardı.Adamın adı:Hüseyin olabilir.
Sıra Meşhur Erkek Emmi'de Mehmet Ali Oral,eşi Hanife Teyze.Oğulları:Hüseyin,Muharrem ve Fikret.Hüseyin'in oğlu Sadık ve Muharremin kızı,sanırım Zeynep,öğrencilerimizdi.
Hoca'nın Kızı Sultan(Deli)kardeşi Niyaz'iyi biliyorum.
Tekrar geriye dönelim.Kürt Şeyho'nun oğlu Efe Hüseyin Duman,eşi Altun ve çocukları.Kızları Fatma okula gelirdi.
Kibar'ın Oğlu Hüseyin Ağgül,çocukları:Metin,Mehmet va Abdullah.Mehmet ve Abdullah öğrencilerimizdi.
Abidin Erdem eşi Eşi ve Annesi, o zaman küçük olan çocukları.Fırça Dayım,Hüseyin Şahin.Çocuklarından biriyle bu yıl tanış olduk.Sazıyla sözüyle o bir ozan.(İyas Şahin)
Bu arada Sülükgilin Haticenin Oğulları:Mustafa,Ali ve Hasan.Hasan' nın olsa gerek,bir kızları öğrencimizdi.Sanrım Adı Şazimet'ti.Kamber Ali'nin yeğeni.
Depecek Hasan,karısı çocukları.Bir oğulları Nevzat Öğrencimizdi.
O arada Kürt Sılo(Süleyman Ağgül)Kibar Teyze,oğulları M.Rıza ve Remzi Ağgül eşleri ve çocukları.Her iki kardeşin çocukları bizde okuyordu.
Ali Rıza Erdem'in Eşi Tamam,çocukları Cuma;Mahmut Selahattin,Rıza.
Sucu(Adını Bilmiyorum)eşi ve oğulları Abbas'ı biliyorum.Abbas Öğrencimizdi.
Öküz Sato,Sadık Taşçı oğlu Ali.Ali'nin oğlu Abidin.Sato Dayınını eşini tanımıyorum.
Kenan Amca Kenan Taşçı ve oğulları.Dört Oğlu'nu Biliyorum.Yalnız Mustafa ve çocuklarını iyi tanıyorum.Mustafa'nın çocukları öğrencimizdi.Yusuf,Ali ve İsmail.
Abado Eşi ve çocukları,oğlu okulumuz öğrencisiydi.
Cemcem Ali Dayı ve eşi,oğullarını tanımıyorum,Ayrıca babalarını tanımadığım Colik dayımın yeğenleri Hasan ve Yahya onların çocukları.Çocukları öğrencimizdi.Ali Kırık Satıgül ve Sevim.
Kambergilin Kamber Özdemir,eşi kızı Behice ve oğlu Metin.Behice öğrencimizdi.
Kamber Ali Özdemir ,eşi Fadime Yenge.Çocukları Satıgül,Hüseyin,Metin ve Zeynep.Satıgül,Hüseyin ve Metin,Okulumuzun öğrencileriydi.
Kambergilin Hasan,annesi ve eşi.
Zeycan Teyze ve oğlu Muzaffer Kırık.Muzaffer'in birkızı ve oğlu Ezel kırık öğrencimizdi.
Hallo Dayı,Halil Özdemir ve çocukları,bir kızı hep hatırımda sanırım adı Gülüzar'dı ve diğerleri.
Ucuf Ali özdemir,eşi ve oğlu Mehmet ve bir oğlu daha vardı.
O arada Ucufun Kızı Fadime,oğlu Veli ve Onun eşi.
Ucufun Oğlu Ahmet ,İlyas ,İlyas'ın oğlu M.Rıza Öğrencimizdi.
Yukarıda Pırna Kemal Elhan ve eşi,çocukları Müslüm ve kardeşi Resul öğrencimizdi.
Yahya Metin ve çocukları.Oğlu Ahmet öğrencimizdi.Pir Ali Metin ve eşi.Oğlu İsmail öğrencimizdi.
Colik Hüseyin Kırık Amca,eşi oğlu Sadık ve Sadık'ın kızkardeşleri.
Aslan Baba,Hasan Arslan,eşi ve oğulları.
Doktor Hüseyin Arslan ve çocukları:Kamal,Gürdal,Ali,Yücel.Doktorun İkide kızı var,büğüğününü pek tanımıyorum.Küçüğü Nezahat.Gürdal,Ali ve Nezahat Bizde Okudular.
Şevki Arslan eşi ve çocukları.Erdal'ı biz okuttuk.Celal ve Güral.
Niyazi Arslan,eşi ve çocukları.
Mehmet Ali Arslan eşi ve çocukları.
Kayıplı'da Hüseyin Mercan ve eşi,oğulları:Ali,Ahmet ve İbrahim.İbrahim Mercan'ın Üç çocuğu,Sultan,Aysel Ayten ve Hüseyin Öğrencilrrimizdi.
Kolcu İbrahim,eşi ve çocukları.Oğullarından Hüseyin ve Mehmet'i tanımıştım.
Rus Ali ve eşi.Oğulları Cuma ve Mustafa vardı.(Akkaya'da oturuyorlardı.)
Hamzagilde,Otelci Hüseyin Kırık Eşi FındıkYenge.Oğulları Muharrem ve eşi.Haydar ve eşi.Bir de Zeki.Zeki öğrencimizdi.Muharremin eşi Küllünün Kızı,Haydarın eşi ise Ellezgilin Cuma'nın kızıydı.
Küçük Hüseyin Kırık ve eşi.Oğlu Sadık öğrencimizdi.Hatırladığım kadarıyla okula gelen bir kızları vardı.Büyük kızı Kulunk Dayımın geliniydi.
Taş Köprü'de Turan'ın oğlu Mehmet Özbek eşi Muhteber ve çocukları.Meliha ve Mustafa Meliha okula gelirdi.
Şakir Özbek,eşi Gülizar ve çocukları,Hasan ve Talip.Hasan okulluydu.
Ali Yılmaz eşi ve çocukları.Oğlu Abidin okula gelirdi.
Sıra Kızılca'ya geldi.
Kurukgilden Abdullah Oral ve oğulları.
Halil Oral eşi ve çocukları.Hakkı ve Ali öğrencilerimizdi.İki kızını hatırlıyorum .Büyüğü Kulunk Dayımın oğlu ile evliydi.Küçüğü ise sadece var biliyorum.Hallo Emmi karlı bir kış günü rahmetli olmuştu.
Huseyin Oral eşi ve çocukları.Yanlış hatırlamıyorsam,M.Ali isminde bir oğlu vardı.
Talaka Sato Oral eşi ve çocukları.Satonun bir oğlu okula gelirdi.İki kızından biri Meyrem.Sadık Demir'in eşi.
Topal İbrahim eşi ve çocukları:Mehmet,Gazi,Hasan Hüseyin ve Küçük oğlu Mehmet Rıza.H.Hüseyin öğrencimizdi.Sanırım okula gelen birde kızı vardı.
Rıza Demir eşi ve çocukları,Fikret Hasan ve Gazi.Hasan öğrencimizdi.
İsmail Demir,eşi ve çocukları,Sadık ve kız kardeşleri.Bir oğluda Öğrrencimizdi.
Seydo Dayı ve Oğlu İbiş Hüseyin eşi ve çocukları.bir oğlu Ali'yi Hatırlıyorum.
Hopbukgilin Hüseyin Amca,oğlu Mahmut,eşi ve çocuklar,İsmail ve Hüseyin Mert.Sanırım birde Küçükleri vardı.Adı Sadık olsa Gerek.
Ali Mert,eşi ve çocukları.Sanki Ali'nin bir kızı okula geliyordu.
Can'lardan Hüseyin Can eşi ve kızkarı,Neriman ve Nezahat öğrencilerimizdi.
Abdurrahman ,eşi ve çocukları.
Kürt Şeyho,karısı ve oğlu Mehmet.Mehmetin eşi ve çocukları.Yanılmıyorsam Mehmet'in bir kızı okula geliyordu.Soyadları Duman.
Hocagilin İlyas Amca (Açık) eşi ve çocukları.
Ali,Hüseyin Müslüm,sanırım bir de Ahmet Açık var.Nazir Açık ve Muharrem Açık öğrencilerimizdi.(İlyas Amca'nın torunları.)
Kara Dayı,Mehmet Er eşi ve oğulları Hasan ve Ahmet.
Bir de Saadettin vardı.Kimin oğlu olduğunu bilmiyorum.
Körarı Hasan Hüseyin Özbek Amca,eşi ve tanıdığım çocukları M.Ali.Lüfi ve Hasan.Birde kızları vardı.
Sağır Şakir Özbek,eşi ve çocukları.Şakir'n okula gelen çocukları vardı.Sanırım birisi Sadık Özbek idi.
Turan Amca,eşi ve oğlu Hüseyin,onun eşi ve çocukları.Hüseyin Özbek'in oğlu Abidin öğrencimizdi.
Bubbük Mustafa,eşi ve çocukları Veysel,Abuzer,Gülistan.Abuzer ve Gülüstan Okula gelirlerdi.Sonradan Veli'nin eşi olan bir kızı daha vardı.
Muharrem Amca eşi ve Muharrem Kuru'nun oğlu Mehmet,onun eşi ve çocuklar Satıgül ve Abidin okulumuzun öğrencileriydi.
Hüseyin Kuru,eşi ve çocukları.Hüseyin'in İki Oğlu,Renzi ve Muharrem öğrencimizdi.Sanki bir küçük oğlu da okula geliyordu.
Mustafa Kuru Amca,eşi ve oğlu Behzat vardı ve onun eşi.
Kadir Kuru Amca,eşi ve onun oğuları Yurd
anur ve Ali Kuru ve onların eşleri.
Hafızamı zorlayarak geçmişe bir yolculuk yaptım.Listelediğim isimlerin bir çoğu dünyasını değişmiş.Hakkın rahmetine kavuşmuş.Bir çoğu mekanını terk etmiş,başka başka yerlerde mekan tutmuş.Yani doyduğu yerlere yerleşmiş.Hane sayısını saymadım.Ancak köyde hane sayıları şimdilerde otuz veya kırk civarındadır.nüfusta yüz civarlarındadır.Oysa 1970 li yıllarda Suceyin'in nüfusu 1200'ün üzerindeydi.
Gelelim son sözlere ,ben yazarken,sizlerde okurken göreceksiniz ki yaşlıların yanında nice genç bedenleri toprağa vermişiz.Anne baba,kardeş,eş dost ne acılar yaşamış.İşte tamda bu işte.Ateş düştüğü yeri yakıyor.Sizler yakınlarınızı,bende dostlarımı yitirmişim.Ölenlere Allah'tan Rahmetler diliyorum.Kalanlara sağlıklar ve mutluluklar diliyorum.
Hocam bizleri yazmamış diyenlerin beni bağışlamalarını diliyorum.Unuttuklarım Mutlaka vardır.Gönderiyi paylaşın ,benim yazdıklarımın altına dip not olarak ekleyin.Bu benim çok hoşuma gider.
Gençlerde kendi ebeveyinlerini ,bir ikikuşak geriye giderek tanımış oldular.
Ben bayağı emek vererek satırlara döktüm.Bakalım beğenisi ve paylaşımı ne kadar olacak.Haydi bakalım Suceyin ve Yeşil Yaylalılar.
Gazete Ali,Soyadı herhalde Metin' idi .Oğlu Mehmet ve bir kızı öğrencimizdi.
Kürt Haydar ve Eşi.
Kürt Hassey(Hasan) Karısı Kenan Amcanın kızı.
Ellezgilin Cuma,Karısı Hatice,Oğulları Arif.Bir kızı Hamzagilin gelini.
Memo Dayı (Mehmet Metin)Eşi Bağdat Yenge,oğulları Yusuf,Yusuf'un karısı Zeynep,çocukları,İsmail ve Satıgül.öğrencilerimizdi.Ali ve Hasan Metin'di.Hasan Metin'in oğlu Bülent biz köyde iken vardı.
Tottora Sadık ve eşi,oğlları Hüseyn'i biliyorum.
Kara Kıymatı ve oğlu Fini Mehmet.Mehmet Sarıgelin'in kızı Songül ile evlendi.sanırım,Mehmet'in bir erkek kardeşi daha vardı.Kız Kardeşi Celal Özçelk'in eşi.
Mehmet Yılmaz(Hasta Memet)Sonra Taş Köprü'ye Taşındı,Oğlu ve kızı öğrencimizdi.
O arada bir aile daha vardı ben onları sanki tanıyamadım.Adam gurbetçi olduğu için karşılaşmadık.Sanırım spastik bir çocukları vardı.Adamın adı:Hüseyin olabilir.
Sıra Meşhur Erkek Emmi'de Mehmet Ali Oral,eşi Hanife Teyze.Oğulları:Hüseyin,Muharrem ve Fikret.Hüseyin'in oğlu Sadık ve Muharremin kızı,sanırım Zeynep,öğrencilerimizdi.
Hoca'nın Kızı Sultan(Deli)kardeşi Niyaz'iyi biliyorum.
Tekrar geriye dönelim.Kürt Şeyho'nun oğlu Efe Hüseyin Duman,eşi Altun ve çocukları.Kızları Fatma okula gelirdi.
Kibar'ın Oğlu Hüseyin Ağgül,çocukları:Metin,Mehmet va Abdullah.Mehmet ve Abdullah öğrencilerimizdi.
Abidin Erdem eşi Eşi ve Annesi, o zaman küçük olan çocukları.Fırça Dayım,Hüseyin Şahin.Çocuklarından biriyle bu yıl tanış olduk.Sazıyla sözüyle o bir ozan.(İyas Şahin)
Bu arada Sülükgilin Haticenin Oğulları:Mustafa,Ali ve Hasan.Hasan' nın olsa gerek,bir kızları öğrencimizdi.Sanrım Adı Şazimet'ti.Kamber Ali'nin yeğeni.
Depecek Hasan,karısı çocukları.Bir oğulları Nevzat Öğrencimizdi.
O arada Kürt Sılo(Süleyman Ağgül)Kibar Teyze,oğulları M.Rıza ve Remzi Ağgül eşleri ve çocukları.Her iki kardeşin çocukları bizde okuyordu.
Ali Rıza Erdem'in Eşi Tamam,çocukları Cuma;Mahmut Selahattin,Rıza.
Sucu(Adını Bilmiyorum)eşi ve oğulları Abbas'ı biliyorum.Abbas Öğrencimizdi.
Öküz Sato,Sadık Taşçı oğlu Ali.Ali'nin oğlu Abidin.Sato Dayınını eşini tanımıyorum.
Kenan Amca Kenan Taşçı ve oğulları.Dört Oğlu'nu Biliyorum.Yalnız Mustafa ve çocuklarını iyi tanıyorum.Mustafa'nın çocukları öğrencimizdi.Yusuf,Ali ve İsmail.
Abado Eşi ve çocukları,oğlu okulumuz öğrencisiydi.
Cemcem Ali Dayı ve eşi,oğullarını tanımıyorum,Ayrıca babalarını tanımadığım Colik dayımın yeğenleri Hasan ve Yahya onların çocukları.Çocukları öğrencimizdi.Ali Kırık Satıgül ve Sevim.
Kambergilin Kamber Özdemir,eşi kızı Behice ve oğlu Metin.Behice öğrencimizdi.
Kamber Ali Özdemir ,eşi Fadime Yenge.Çocukları Satıgül,Hüseyin,Metin ve Zeynep.Satıgül,Hüseyin ve Metin,Okulumuzun öğrencileriydi.
Kambergilin Hasan,annesi ve eşi.
Zeycan Teyze ve oğlu Muzaffer Kırık.Muzaffer'in birkızı ve oğlu Ezel kırık öğrencimizdi.
Hallo Dayı,Halil Özdemir ve çocukları,bir kızı hep hatırımda sanırım adı Gülüzar'dı ve diğerleri.
Ucuf Ali özdemir,eşi ve oğlu Mehmet ve bir oğlu daha vardı.
O arada Ucufun Kızı Fadime,oğlu Veli ve Onun eşi.
Ucufun Oğlu Ahmet ,İlyas ,İlyas'ın oğlu M.Rıza Öğrencimizdi.
Yukarıda Pırna Kemal Elhan ve eşi,çocukları Müslüm ve kardeşi Resul öğrencimizdi.
Yahya Metin ve çocukları.Oğlu Ahmet öğrencimizdi.Pir Ali Metin ve eşi.Oğlu İsmail öğrencimizdi.
Colik Hüseyin Kırık Amca,eşi oğlu Sadık ve Sadık'ın kızkardeşleri.
Aslan Baba,Hasan Arslan,eşi ve oğulları.
Doktor Hüseyin Arslan ve çocukları:Kamal,Gürdal,Ali,Yücel.Doktorun İkide kızı var,büğüğününü pek tanımıyorum.Küçüğü Nezahat.Gürdal,Ali ve Nezahat Bizde Okudular.
Şevki Arslan eşi ve çocukları.Erdal'ı biz okuttuk.Celal ve Güral.
Niyazi Arslan,eşi ve çocukları.
Mehmet Ali Arslan eşi ve çocukları.
Kayıplı'da Hüseyin Mercan ve eşi,oğulları:Ali,Ahmet ve İbrahim.İbrahim Mercan'ın Üç çocuğu,Sultan,Aysel Ayten ve Hüseyin Öğrencilrrimizdi.
Kolcu İbrahim,eşi ve çocukları.Oğullarından Hüseyin ve Mehmet'i tanımıştım.
Rus Ali ve eşi.Oğulları Cuma ve Mustafa vardı.(Akkaya'da oturuyorlardı.)
Hamzagilde,Otelci Hüseyin Kırık Eşi FındıkYenge.Oğulları Muharrem ve eşi.Haydar ve eşi.Bir de Zeki.Zeki öğrencimizdi.Muharremin eşi Küllünün Kızı,Haydarın eşi ise Ellezgilin Cuma'nın kızıydı.
Küçük Hüseyin Kırık ve eşi.Oğlu Sadık öğrencimizdi.Hatırladığım kadarıyla okula gelen bir kızları vardı.Büyük kızı Kulunk Dayımın geliniydi.
Taş Köprü'de Turan'ın oğlu Mehmet Özbek eşi Muhteber ve çocukları.Meliha ve Mustafa Meliha okula gelirdi.
Şakir Özbek,eşi Gülizar ve çocukları,Hasan ve Talip.Hasan okulluydu.
Ali Yılmaz eşi ve çocukları.Oğlu Abidin okula gelirdi.
Sıra Kızılca'ya geldi.
Kurukgilden Abdullah Oral ve oğulları.
Halil Oral eşi ve çocukları.Hakkı ve Ali öğrencilerimizdi.İki kızını hatırlıyorum .Büyüğü Kulunk Dayımın oğlu ile evliydi.Küçüğü ise sadece var biliyorum.Hallo Emmi karlı bir kış günü rahmetli olmuştu.
Huseyin Oral eşi ve çocukları.Yanlış hatırlamıyorsam,M.Ali isminde bir oğlu vardı.
Talaka Sato Oral eşi ve çocukları.Satonun bir oğlu okula gelirdi.İki kızından biri Meyrem.Sadık Demir'in eşi.
Topal İbrahim eşi ve çocukları:Mehmet,Gazi,Hasan Hüseyin ve Küçük oğlu Mehmet Rıza.H.Hüseyin öğrencimizdi.Sanırım okula gelen birde kızı vardı.
Rıza Demir eşi ve çocukları,Fikret Hasan ve Gazi.Hasan öğrencimizdi.
İsmail Demir,eşi ve çocukları,Sadık ve kız kardeşleri.Bir oğluda Öğrrencimizdi.
Seydo Dayı ve Oğlu İbiş Hüseyin eşi ve çocukları.bir oğlu Ali'yi Hatırlıyorum.
Hopbukgilin Hüseyin Amca,oğlu Mahmut,eşi ve çocuklar,İsmail ve Hüseyin Mert.Sanırım birde Küçükleri vardı.Adı Sadık olsa Gerek.
Ali Mert,eşi ve çocukları.Sanki Ali'nin bir kızı okula geliyordu.
Can'lardan Hüseyin Can eşi ve kızkarı,Neriman ve Nezahat öğrencilerimizdi.
Abdurrahman ,eşi ve çocukları.
Kürt Şeyho,karısı ve oğlu Mehmet.Mehmetin eşi ve çocukları.Yanılmıyorsam Mehmet'in bir kızı okula geliyordu.Soyadları Duman.
Hocagilin İlyas Amca (Açık) eşi ve çocukları.
Ali,Hüseyin Müslüm,sanırım bir de Ahmet Açık var.Nazir Açık ve Muharrem Açık öğrencilerimizdi.(İlyas Amca'nın torunları.)
Kara Dayı,Mehmet Er eşi ve oğulları Hasan ve Ahmet.
Bir de Saadettin vardı.Kimin oğlu olduğunu bilmiyorum.
Körarı Hasan Hüseyin Özbek Amca,eşi ve tanıdığım çocukları M.Ali.Lüfi ve Hasan.Birde kızları vardı.
Sağır Şakir Özbek,eşi ve çocukları.Şakir'n okula gelen çocukları vardı.Sanırım birisi Sadık Özbek idi.
Turan Amca,eşi ve oğlu Hüseyin,onun eşi ve çocukları.Hüseyin Özbek'in oğlu Abidin öğrencimizdi.
Bubbük Mustafa,eşi ve çocukları Veysel,Abuzer,Gülistan.Abuzer ve Gülüstan Okula gelirlerdi.Sonradan Veli'nin eşi olan bir kızı daha vardı.
Muharrem Amca eşi ve Muharrem Kuru'nun oğlu Mehmet,onun eşi ve çocuklar Satıgül ve Abidin okulumuzun öğrencileriydi.
Hüseyin Kuru,eşi ve çocukları.Hüseyin'in İki Oğlu,Renzi ve Muharrem öğrencimizdi.Sanki bir küçük oğlu da okula geliyordu.
Mustafa Kuru Amca,eşi ve oğlu Behzat vardı ve onun eşi.
Kadir Kuru Amca,eşi ve onun oğuları Yurd
anur ve Ali Kuru ve onların eşleri.
Hafızamı zorlayarak geçmişe bir yolculuk yaptım.Listelediğim isimlerin bir çoğu dünyasını değişmiş.Hakkın rahmetine kavuşmuş.Bir çoğu mekanını terk etmiş,başka başka yerlerde mekan tutmuş.Yani doyduğu yerlere yerleşmiş.Hane sayısını saymadım.Ancak köyde hane sayıları şimdilerde otuz veya kırk civarındadır.nüfusta yüz civarlarındadır.Oysa 1970 li yıllarda Suceyin'in nüfusu 1200'ün üzerindeydi.
Gelelim son sözlere ,ben yazarken,sizlerde okurken göreceksiniz ki yaşlıların yanında nice genç bedenleri toprağa vermişiz.Anne baba,kardeş,eş dost ne acılar yaşamış.İşte tamda bu işte.Ateş düştüğü yeri yakıyor.Sizler yakınlarınızı,bende dostlarımı yitirmişim.Ölenlere Allah'tan Rahmetler diliyorum.Kalanlara sağlıklar ve mutluluklar diliyorum.
Hocam bizleri yazmamış diyenlerin beni bağışlamalarını diliyorum.Unuttuklarım Mutlaka vardır.Gönderiyi paylaşın ,benim yazdıklarımın altına dip not olarak ekleyin.Bu benim çok hoşuma gider.
Gençlerde kendi ebeveyinlerini ,bir ikikuşak geriye giderek tanımış oldular.
Ben bayağı emek vererek satırlara döktüm.Bakalım beğenisi ve paylaşımı ne kadar olacak.Haydi bakalım Suceyin ve Yeşil Yaylalılar.
MUSTAFA KURT Emekli Öğrtmn.
4-5 Nisan 2015 MALATYA
4-5 Nisan 2015 MALATYA
BIRAK
DAHA ÖNCE SİZLERLE PAYLAŞTIĞIM ''BIRAK'' ADLI ŞİİRİMİN EKSİKLERİNİ TAMAMLAYARAK TEKRAR PAYLAŞMA GEREĞİ DUYDUM
BIRAK
Saçıma kır düştü,kış oldu sanki.
Gençlik uçup gitti,kuş oldu sanki.
Yaşanan tüm anlar düş oldu sanki,
Gençlik uçup gitti,kuş oldu sanki.
Yaşanan tüm anlar düş oldu sanki,
Sen kendi kendini al götür benden.
Beni düşlerimle başbaşa bırak.
Beni düşlerimle başbaşa bırak.
Ne çileler çekti bu yorgun beden.
Ardından baktığım ömrümdü giden.
Zamanlı zamansız beni terkeden.
Ardından baktığım ömrümdü giden.
Zamanlı zamansız beni terkeden.
Sen kendi kendini al götür benden.
Beni dertlerimle başbaşa bırak.
Beni dertlerimle başbaşa bırak.
Bir hayat başladı zevksiz sefasız.
Geçmedi tek günüm dertsiz,tasasız.
Yıllar,aylar değil,günler vefasız.
Geçmedi tek günüm dertsiz,tasasız.
Yıllar,aylar değil,günler vefasız.
Sen kendi kendini al götür benden.
Beni efkarımla başbaşa bırak.
Beni efkarımla başbaşa bırak.
Yaşadım,yaşlandım yorgunum şimdi.
İç denizler kadar durgunum şimdi.
Sinsice arkamdan vurgunum şimdi.
İç denizler kadar durgunum şimdi.
Sinsice arkamdan vurgunum şimdi.
Sen kendi kendini al götür benden.
Beni hicranımla başbaşa bırak.
Beni hicranımla başbaşa bırak.
Dönerim,dönüyor rakibim felek.
Düşüyor toprağa dostlarım tek tek.
Tesellin istemem,bana ne gerek.
Düşüyor toprağa dostlarım tek tek.
Tesellin istemem,bana ne gerek.
Sen kendi kendini al götür benden.
Beni dostlarımla başbaşa bırak.
Beni dostlarımla başbaşa bırak.
Dumanı eksilmez dağlara döndüm.
Zamansız bozulan bağlara döndüm.
Ölümü bekleyen sağlara döndüm.
Zamansız bozulan bağlara döndüm.
Ölümü bekleyen sağlara döndüm.
Sen kendi kendini al götür benden.
Beni kaderimle başbaşa bırak.
Beni kaderimle başbaşa bırak.
Can suyum çekildi,toprağım kurak.
Kalmadı dalımda tek yeşil yaprak.
Açmış kollarını bekliyor toprak.
Kalmadı dalımda tek yeşil yaprak.
Açmış kollarını bekliyor toprak.
Sen kendi kendini al götür benden.
Beni hasretlimle başbaşa bırak.
Beni hasretlimle başbaşa bırak.
MUSTAFA KURT
Malatya 2004
Malatya 2004
YURDUM
BAZEN İNSAN EN SEVDİĞİNE BİLE KAHREDER.SİTEMİNİ VEYA ÖFKESİNİ BİR ŞEKİLDE DİLLENDİRİR ,ÖYLE İŞTE,BU DA KURT ÖĞRETMENİN SİTEMİNİ BİR KAÇ MISRA İLE DİLLENDİRMESİDİR.
YURDUM
Sende doğdum,anamın eteğine.
Toprağın oldu ilk döşeğim.
Sende attım ilk adımımı,ağır,aksak.
Büyüdüm yaşamadan çocukluğumu.
Toprağın oldu ilk döşeğim.
Sende attım ilk adımımı,ağır,aksak.
Büyüdüm yaşamadan çocukluğumu.
Yıllarca umut ektim,taşına,toprağına.
Hayal biçtim her mevsim.
Gölgelere susadım,sarı sıcaklarında.
Esecek bir yelini,beklediğim çok oldu.
Kavruk,sıska vücuduma,can katacak sanırdım.
Alaca karanlığın yağınca toprağına.
Hayal biçtim her mevsim.
Gölgelere susadım,sarı sıcaklarında.
Esecek bir yelini,beklediğim çok oldu.
Kavruk,sıska vücuduma,can katacak sanırdım.
Alaca karanlığın yağınca toprağına.
Atam,babam gibi bende,
Sana yurt dedim,sende eğlendim.
Şehit verdim,kan döktüm,her karış toprağına.
Göğsümü gere gere,
Bayrak diktim,her tümseğine.
Sana yurt dedim,sende eğlendim.
Şehit verdim,kan döktüm,her karış toprağına.
Göğsümü gere gere,
Bayrak diktim,her tümseğine.
Bedelini vermedin,hep aldın bendekini.
Sana dargınım yurdum.
Sende yoksulum çünkü.
Sana dargınım yurdum.
Sende yoksulum çünkü.
MUSTAFA KURT
Malatya 2003
Malatya 2003
KAMBER ALİ ÖZDEMİR,BEN VEYA BİZ
KAMBER ALİ ÖZDEMİR,BEN VEYA BİZ
Bir gün, Suceyin'deki ilk günümü kısmetse yazacağım.Ama önceliği bazı dostlarımla olan ilişkilerime ve onlarla paylaştığım ortak hatıralara ayırmamın daha uygun olacağını düşünüyorum.
Bu arada, köylülerimin affına sığınarak, lakapları yazacağımı şimdiden söyleyeyim. Lakaplarımız,adlarımız ve soyadlarımız bizim gururlarımızdır.
Köye gelişimizin üzerinde birkaç gün geçmişti. Okul ve işlikler çok bakımsız ve kirliydi, boya ve badanası, okul inşaatından beri hiç yapılmamıştı. Bu durumu köy kahvesinde dillendirdik ve yapılacak işleri planladık. Maddi yönü çok kolaydı ama işgücünü kim üstlenecekti. Çünkü yapılacak bedeni işler, ücretsiz ve imece usulüne göre yapılacaktı. İşte tamda o zaman Kamber Ali gerçeği ortaya çıktı.
Kamber Ali, malzemeler temin edilirse okulun badana ve boya işlerini üstlelenerek, para pul istemeyeceğini ifade etti. Sınıflar, işlikler boyandı, tamir işleri bigüzel yapıldı ve okul eğitim ve öğretime hazırlandı
Kaber Ali, köyünde büyük küçük herkes tarafından sevilen bir kişiydi.Y ardım severliği,iş paylaşımı, büyüklerine saygılı, küçüklerine karşı sevgi doluydu. Benim bildiğim kadarıyla kimseyle küskün ve dargın değildi. Çocukları için ideal bir baba ve Eşi Fadime Hanım için iyi bir kocaydı. Köy şartlarına göre varlıklı sayılırdı. Çünkü İstanbulda bir iş hanının odabaşılığını kardeşleriyle birlikte yürütüyorlardı. Babalarından kalan bu işten dolayı sabit bir geliri vardı.Ayrıca köy içindedeki bağ ve bahçelerinde küçükte olsa bir geliri vardı. Fadime Yenge ve çocukları sayesinde, inek ve keçi türünden hayvan besliyorlardı.
1973 Eylülünde köye geldiğimizde, oğlumuz Umut on aylık kadardı. Bir önceki yıl, dünyaya geldiği zaman ben, kendini puşt diye niteleyen biri yüzünden görevden alnmıştım. Yeniden göreve alındığım zaman kıştı. Evimi getirmem mümkün olmamıştı. Hülasa geçen yıl Umut köyde değildi. Ama bu yıl köydeydi ve süte ihtiyaç vardı. Köylü parasız verirsek hale elvermez, parayla verirsek hocaya ayıp olur diye, düşünüyorlardı, herhade. Ben bunu.köy kahvesinde kalabalığın yoğun olduğu bir gün dillendirdim. Arkadaşlar biz bu çocuğu bir şekilde büyüteceğiz. Bize süt satınız, bundan utanılacak bir şey yoktur dedim ve sözümün etkisini bekledim. Kahvede kısa bir sessizlik ve ufak çapta mırıltılar oldu. (Şunu bilmenizi isterim ki köy bugünkü imkanlarının binde birine bile sahip değildi. O yüzden köylüye bir şey diyemezdik, köylü oldukça fakirdi). Oradan Kamber Ali, gür sesiyle ve köy şivesiyle, ne deyin be hoca elbet çocuğu sütsüz bırakmayacağız. Umut, hepimizin çocuğu sayılır ama kimseyi ortak etmem. Umut' un bu yılki sütü benden. Her akşam çocuklardan biri sütü evinize getirecek, hiç kaygılanma dedi. O yıl boyunca ya kızı Satıgül yada oğlu Hüseyin her aksam sağımdan sonra, Umut'un sütünü getirdiler. Unutulur şey değil, sağolsunlar.
Köyün,bir takım ürünlerini satacak ne imkanları, nede pazarları vardı. Bir gün biz öğretmenler olarak bir kooperatif olursa, köylünün ürünleri hem pazar bulur, hem de değerinde satılır, diye bir fikir ortaya attık. Kooperatif fikri köylünün aklına yattı. Kamber Ali, yine önü aldı. Yanına köyden bir iki kişi alarak, şehre gidip, kooperatifin tüzüğünü ve kanuni işlemlerini yürürlüğe koydu. Kooperatif tüzel kişiliğini kazanınca, üye kaydına girişti. Üyeler hem köyden, hemde gurbetçilerden oluştu ve bütçe oluşturuldu. Böylece kooperatif kurulmuş oldu. Yer kiralandı ve bir satış mağazası açıldı. Bundan öteye de gidemedi. Kamber Ali ve diğer üyeler için, hayal kırıklığı oldu. Bu sonuç, Kamber Ali'yi çok üzmüştü. Bunun yakın şahitlerinden biri olduğumu söyleyebilirim.
1974 Eylülünde ilçeden köye gelirken tatsız bir olay yaşadık. Köylünün damadı olan ve Kıstonun Oğlu denen şahıs, bize çok yanlış davrandı. Köyümüzde tenteli bir pikabı olan Nesimi de onun değirmenine su taşıdı. O gün ben, eşim ve hasta çocuğumuz hak etmediğimiz şımarıklıklara maruz kaldık. Köye vardık varmasına ama ben kahrımdan ölüyordum. Arabada bizimle olan köylülerin bizi sahiplenmemesi beni çok üzmüştü. Can güvenliğimizin olmayışını sebep göstererek, yer değişikliği için kaymakamlığa müracaat etmeyi düşünüyordum. Sabah ilk işim bunu yapmak olacaktı. Olayı duyan Kamber Ali ve İbiş Hüseyin bana geldiler. Biz öğretmenimizi bir çapulcuya yem etmeyiz, diye bizi sahiplendiler ve beni kararımdan döndürdüler. O zata gerekli dersi verdiler. Diğer bir çok köylü de yanlarında yer almıştı.
Bazı yaşanmışlıklar vardır ki, yazmadan geçemezsin. Yazacakların çok uzun olsa da yazman gerekir. Bu anlatacaklarım da böyle bir şey. Köyden tayınımız çıktıktan bir yıl sonra doktorlarca teşhisi konulamayan bir hastalığa yakalandım. Gitmediğim doktor, devlet hastaneleri,fakülte hastaneleri bırakmadım. Sağlığıma bir türlü kavuşamadım. Böylece bazan iyi bazan hasta,araya bir yıl daha girdi. Eşi dostu ziyaret etmek ve özlem gidermek için Suceyin'e gittim. Kamber Ali, beni kimseyle paylaşmak istemedi. Bizde kalacaksın, gideceğin yerleri birlikte gezip, ziyaretlere birlikte gideceğiz, dedi ve olayı bağladı. Epey gezip tozduk. Bir gün Hocagilin İlyas Amcanın ziyaretine gittik. İlyas Amca, harman yerinde döven sürüyordu. Minderler geldi, oturduk, ayranlarımızı içtik. Söz benim hastalığıma gelince, Kanber Ali, İlyas amca, hocanın yıldızına bir bakıver dedi. O kadar masumane söylemişti ki onu kıramadım. İlyas amca okumuş biriydi. Çevrede derin hoca olarak bilinirdi. Evden kitabını istedi, benim yıldızıma baktı ve bana muska yazdı, cebime koydu. Sizlere de çok ilginç gelecek bir şey yapmamı istedi. Bak hocam dedi, tüylerinde hiç ak bulunmayan bir korut keseceksin, kanını alnına süreceksin. Ayrıca etinden yiyeceksin ve geri kalanı fakire pay edeceksin dedi.
Oradan ayrıldıktan sonra ben olayı unutmuş ve ciddiye almamıştım. Gece geç vakte kadar oturduk, sonrada uykuya yattık. Sabah, bana aşağıda seslenildiğini duyunca, pencereden aşağı baktım, Kamber Ali beni aşağı çağırıyordu. Yanlarına gidince, boynunda tuttuğu korutu aman yaman demeden yatırıp kesti. Kanından alnıma sürdü. Sonra da yengenin pişireceği eti bekledik, pişince de evcek yedik.
''Bizim öyle lekesiz korutumuz yoktu'',dedi.''Korutu alıp davar yoluna çıktım, geçen tüm korutları taradım. Bulunca da bizim korutu, davara kattım, bunu alıp geldim,'' dedi. Hoca için deyince, akan sular durdu,'' diye muzipçe güldü.
Ondan sonraki yıllarda Her İstanbul' a gidişimde ziyaretine gidiyordum. Artık, o yıllarda evini İstanbul'a taşımıştı. Yazları yinede köyüne gidip bir iki ay kalıyordu ve hep birbirimizden haberliydik.
Kamber Ali 1997 yılında hayatının en acı günlerini yaşadı. O yıl oğlu Metin' i kaybetti. Metin 27 yaşındaydı. Ölümü bütün aileyi ve sevenlerini derinden üzmüştü. Bizler de aileden biri sayılırdık bizler de çok üzüldük. Ayrıca Metin, köyden öğrencimizdi. Adı geçtikçe hep, yüreğimiz yanar. O anne, o baba ne yapsındı. Kamber Ali'nin, iki kızı, iki de oğlu vardı. Çocuklarının üçü hayatta. Eşi Fadime Yenge de yaşıyor. Onu saygıyla andığımızı bilmesini isteriz.
2001 yılında beni telefonla aradı. Malatya SSK Hastanesinde olduğunu söylüyordu. Hemen hastaneye koştum. yattğı koğuşu buldum. Koğuş odasında karyolasına uzanmış buldum. Üstü başı kan içindeydi. Burun kanamasıyla, hastaneye gelmişti ve yalnızdı. Oturup, biraz dertleştikten sonra hastaneden,geri geleceğim diye ayrıldım. Hemen pazara gidip, hastaya lazım olacakları alıp, tekrar hastaneye döndüm. Geceyi birlikte geçirdik. Bir gün sonra da taburcu olup, köye döndü. O zaman, mevsim yazdı. Sonraki zamanlarda birbirimizden haber alıyorduk.
2003 Kasımında Kanber Ali,Hakkın rahmetine ve sevgili oğluna kavuşmuştu. Biz cenazesinde bulunamadık. Küçükçekmece' de toprağa verdiklerini oğlu Hüseyin ve damadı Behzat'tan öğrendik. O güzel insana, o kusursuz dosta, Allah'tan rahmet ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
SESTEN SESE
BAZAN İNSAN,ŞEHRİN GÜRÜLTÜLÜ YAŞAMINDAN ÖYLESİNE SIKILIR Kİ,BAŞINI ALIP KIRLARA DOĞRU GİDESİ GELİR.BU BENİM BAŞIMA SIK GELİR BİR ÇIKIŞ KAPISI ARARIM.BU KEZ KURTULUŞU MISRALARA DÖKMEKTE BULDUM.BÖYLECE AŞAĞIDAKİ ŞİİR DOĞDU.
SESTEN SESE
Ne çan, ne ezan,
Ne tren,ne vapur,ne otomobil sesi,
Olmasın dünyamda,tek makine sesi.
Ne tren,ne vapur,ne otomobil sesi,
Olmasın dünyamda,tek makine sesi.
Çekip gitmeliyim,usandım Tanrım,
Razıyım uzak,ıssız,
Bir kır kulübesinde yaşamağa.
Razıyım uzak,ıssız,
Bir kır kulübesinde yaşamağa.
Doğanın sesleri olsun kulaklarımda.
Yağmurun,akarsuların,kuşların sesi.
Ağaç yapraklarının ve
Püfür,püfür esen rüzgarın sesi.
Bir de başı göğsüme yaslı,yarin nefesi.
Yağmurun,akarsuların,kuşların sesi.
Ağaç yapraklarının ve
Püfür,püfür esen rüzgarın sesi.
Bir de başı göğsüme yaslı,yarin nefesi.
İsterse ölüm,orada bulsun beni,
Orada dursun,kalbimin sesi.
MUSTAFA KURT
06.06.2003 Malatya
Orada dursun,kalbimin sesi.
MUSTAFA KURT
06.06.2003 Malatya
Kaydol:
Yorumlar (Atom)