BAK HOCAM ''BEN PUŞTUM'' DİYEN BİR ALBAY
1972 yılı Ekimin 15.günü, sabahı, henüz derse girmiştim. Sınıfın kapısı vuruldu. Ben, ''gel'' dediğimde tam kuşanımlı bir jandarma eri, sınıfın kapısını araladı ve ''hocam,biraz gelir misiniz?'' diye bana hitap etti. Jandarmanın peşinden sınıfı terk ettim. Dışarı çıkınca gördüm ki, jandarma bir değil iki. İkinci jandarma, geldikleri tenteli pikabın yanında duruyordu. Üçümüz bir araya gelince, beni dışarı buyur eden jandarma, hocam, ''bizimle ilçeye kadar gelmeniz gerekiyor'',dedi. ''Niçin'' ,dedim? ''Önemli olduğunu sanmıyorum. Askerlik Şubesinde,size bir çağrı varmış .Komutanımız,sizin Askerlik Şubesine gelmeniz gerektiğini söyledi''. ''Ne zaman''? dediğimde, ''bizimle gelseniz iyi olur'',dedi.'' Peki'' deyip, Mehmet Bey'in, sınıf kapısını vurup, olanları Mehmet Bey'e (Öğretmen arkadaşlardan biri) anlattım. ''Jandarmalarla ilçeye gitmem gerektiğini'' söyleyip, zaman kaybetmeden gelen misafirlerle birlikte, geldikleri pikapla ilçenin yolunu tuttuk.
Bindiğimiz arabadan, Askerlik Şubesinin kapısında indik ve şubenin kapısından içeri girdik. Büroda, bana gösterilen yere oturup, beklemeğe başladım. Biraz sonra, albay rütbesinde, bir subay geldi, bana ''merhaba'' diyerek makam masasına geçip oturdu. Bana, tekrar ''hoş geldin'' deyip, önüne bir dosya çekti ve uğraşır görünmeye başladı. İriyarı, uzun boylu ve yakışıklı sayılabilecek bir Türk Subayı görünümündeydi. Tok bir sesle, ''adınız Mustafa Kurt mu?, sayın hocam''. ''Evet'' diye cevap verdim. Masadan kalkarak gelip, karşıma, dikildi ve ''sayın hocam, asker kaçağı görünüyorsun'' dedi. Ben,'' asker kaçağı olmadığımı'' söyleyerek savunmaya geçtim. Bana, ''hoca bana bak,sen bal gibi asker kaçağısın, dahası yoklama kaçağısın da'' . Ben buna itiraz edip, nüfus cüzdanımı kendisine uzattım. Nüfusuma kayıtlı askerlikle ilişkim olmadığını gösteren sayfayı gösterdim. Evraka hiç bakmadan, ''hoca, hoca ben laz oğluyum ve ben bir ''puştum'' bana kül yutturamazsın''. ''Estafurullah albayım'', dedim. ''Yok ,yok ben puştum, hemde bir numaralı puştum. Seni, kendi ellerimle birliğine teslim ettireceğim''. ''Yapmayın, albayım'' dedim, ''bırakın kendi şubeme gidip bu yanlışı düzelteyim. Sonucu da size yazılı olarak getireyim'', dedimse de, beni hiç dinlemedi. Gelip yeniden karşıma dikildi ve eliyle çenemi yukarı kaldırarak, ''köşeyi dönüp, sıvışmak istiyorsun değil mi''? dedi. ''Sana,bana kül yutturamazsın demedim mi? Ben, bir süper puştum'', dedi. Gene ben, bir daha ''estafurllah'' dedim ama nafile. Adam bana kafayı takmış, ''seni askere göndereceğim diyor'', başkada bir şey demiyor. Oturduğum sandalyede bir avuç kalmıştım, Ne yapıp, ne edeceğimi bilmiyor, habire albaya yakarıyorum. ''Evim, ailem köyde, bari onları memlekete götüreyim ,daha sonra yine siz beni ,istediğiniz şekilde askere yollayın''.
Uzun sözün kısası,adam, ''Nuh diyor peygamber demiyordu''. Tekrar masasına gidip oturdu. Elinin altıdaki telefonun ahizesini aldı ve bir numara çevirdi. Aldığı sese göre, ''sayın kaymakamım, iyi günler, bir asker kaçağı öğretmenini yakaladım. Sizden ricam, onu,görevinden alın. Ben onu bu akşam jandarma nezaretinde birliğine göndereceğim, haberiniz olsun. Aciliyet arzediyor efendim, iyi günler efendim'', diye ahizeyi yerine bıraktı. ''Yazıcı gel bakalım, bu kaçağın muamelesini tamamla, sülüsünü kes, bu gün bu hoca efendiyi birliğine gönderelim Burdur, 58.topçu tugayı'' diye cümlesini tamamladı. Bana dönerek iki fotoğraf istedi, ''fotoğrafımın olmadığnı'' söyledim. Beni getiren o iki eri huzuruna çağırdı ve onlara ''görev pozisyonunda kuşanıp gelin''. diye emretti. Biraz sonra pusatlarını kuşanmış askerler gelince, ''çarşıya inin hocanın fotoğrafını çektirin gelin''. Nerdeyse gün, öğlen olmuştu, Albay. ''aç olup, olmadığımı'', sordu ?. Aç değilim dedim. ''Neyse, gidip gelin öyle yersiniz. İlk karavananızı bizde yersin. Askerlere marş,marş'', çekti şubeden çıktık.
Dünyam başıma yıkılmıştı, bu adamın şakası yoktu, beni göndermeye kararlıydı. Askerin biri sağımda biri solumda, hiç konuşmadan Arapkir çarşısına indik. Fotoğraf stüdyosuna girdik ve fotoğrafçıya resim çektireceğimi söyledim. Jandarmalara, ''oturmalarını'' söyledi. Bana da bir merdiveni göstererek, ''sütüdyoya çıkın geliyorum'', dedi. Merdivenden çıkınca kapısı dışarıya açılan bir stüdyoda olduğumu farkettim. (Arapkir'n bir kısım dükkanları, yerin bayırlığı yüzünden, Hem giriş katından, girişi çıkışı vardır, hem de ikinci katında girişi ve çıkışı vardır.) Ben stüdyoda hiç oyalanmadan, kapıyı açıp kendimi dışarı attım ve oralardan hızla uzaklaştım. İlçenin çıkışında araba beklemeye başladım. Çok geçmeden Malatya'ya giden münübüsün bir yolcusuydum.
Akşam alacası denilen saatte Malatya'ya indik. Doğruca kayınvalidelerin evinin yolunu tuttum. Eşim ilk çocuğumuza hamileydi ve hesaplarımıza göre doğum çok yakındı. (Albaya ''eşimin köyde olduğunu'', söylemem bir yalandı. Bir çıkış yolu bulurum umuduyla bu yalana başvurmuştum.) Eve varınca, eşimin,doğum nedeniyle hastaneye götürüldüğünü öğrendim ve doğruca hastaneye gittim. ''Doğuma daha var'' gerekçesiyle,beni geri yolladılar.
Terzim, Necdet Ustanın dükkanında akşam yemeğini yedik. Sabahtan beri tek lokma yememiştim. Üzüntü endişe, doğum. sağlık içiçe girmiş ve ben bir ''açmazın'' içindeydim. Arada bir, hastaneye telefon edip, eşimin durumunu sorup, haber alıyorduk. Böylece, gecenin onikisini ettik. Eve gidip yatmaktan başka yapacak birşey de yoktu.
Kapının tıkırtısına uyandım, kayınvalide odaya girip, müjdeyi verdi. ''Bir oğlumuz'' olmuştu. ''Anne ve çocuğu akşama taburcu edeceklermiş'', diye söyledi. Benim o gün yapacak çok işim var sanıyordum. Yokmuş. Askerlik şubesine gittim, olanları sivil memura anlattım. Hayretler içinde kaldı. '' Sana celp gönderdiğimiz doğru. Senin kendi askerlik şubene gelmeni istedik. O adam işgüzarlık yapmış, şimdi sen, git ne zaman istersen gel, biz hiçbir cezaya tabi tutmadan seni birliğine yollarız. Eğer danıştay kararı eline geçerse, karar sonucunu bize getir, Er Öğretmen olarak askerliğini başlatalım''. (Bizler, o zaman yanlış bir agulamanın mağdurları olarak, er statüsünde on iki ay er olarak askerlik yapmamız öngörülmüştü. Bu kararın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Danıştay'a dava açmıştık. Dava açmaktan geç kaldığım ve evrak eksikliğinden karar bana tebliğ edilemediği için,kaçak duruma düşmüştüm.)
Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim, durumu anlattım. Onlar Arapkir Kaymakamlığını arayarak durum özeti istediler. Sonuçta tekrar göreve iade edilebilmem için, Askerlik Şubesinde, ''askerlikle bir ilişkisi yoktur'', diye bir yazı getirmemi istediler. Askerilik Şubesindeki sivil memur, ''böyle bir yazı veremem, ben, seni kendim idare ediyor, dosyanı askere alma bölümünden aldım, sakladım .Ellerine geçerse seni hemen askere gönderirler. En iyisi sen Danıştay kararını bekle'', diye cevap verdi. Böylece, bekledik karar çıksın, diye. Karar çıktı çıkmasına ama ne zaman. Tam üç ay sonra. Ancak, göreve dört ay sonra iade edildim Ama gelin, o dört ay nasıl geçti, bana sorun. Döne döne ''bir puş''t olduğunu söyleyen bir şube reisi yüzünden, benim başıma gelenler, ''pişmiş tavuğun başına'' gelmemiştir.
Türk ordusunun çok değerli subaylarına, birtakım suçlar yüklenerek, Ergenekon davaları kapsamında ,tutuklanıp Silivri Mahkemelerinde yargılanıp cezalandırıldıklar ve Türk askerinin itibarsızlaştırılma girişimleri beni çok ama çok üzmüştü. Ne var ki, yüreğimin bir yerinde bir sızı hep oldu. Acaba içlerinde o şube reisi gibi puşt olanlar var mıydı?. Bu yazımın devamını yakında yazacağım. Çünkü yaşadıklarımız bu kadarla kalmadı. ''Bu bir yaradır, zaman zaman kabuğu kalkar ve kanayıverir''.
MUSTAFA KURT
Bindiğimiz arabadan, Askerlik Şubesinin kapısında indik ve şubenin kapısından içeri girdik. Büroda, bana gösterilen yere oturup, beklemeğe başladım. Biraz sonra, albay rütbesinde, bir subay geldi, bana ''merhaba'' diyerek makam masasına geçip oturdu. Bana, tekrar ''hoş geldin'' deyip, önüne bir dosya çekti ve uğraşır görünmeye başladı. İriyarı, uzun boylu ve yakışıklı sayılabilecek bir Türk Subayı görünümündeydi. Tok bir sesle, ''adınız Mustafa Kurt mu?, sayın hocam''. ''Evet'' diye cevap verdim. Masadan kalkarak gelip, karşıma, dikildi ve ''sayın hocam, asker kaçağı görünüyorsun'' dedi. Ben,'' asker kaçağı olmadığımı'' söyleyerek savunmaya geçtim. Bana, ''hoca bana bak,sen bal gibi asker kaçağısın, dahası yoklama kaçağısın da'' . Ben buna itiraz edip, nüfus cüzdanımı kendisine uzattım. Nüfusuma kayıtlı askerlikle ilişkim olmadığını gösteren sayfayı gösterdim. Evraka hiç bakmadan, ''hoca, hoca ben laz oğluyum ve ben bir ''puştum'' bana kül yutturamazsın''. ''Estafurullah albayım'', dedim. ''Yok ,yok ben puştum, hemde bir numaralı puştum. Seni, kendi ellerimle birliğine teslim ettireceğim''. ''Yapmayın, albayım'' dedim, ''bırakın kendi şubeme gidip bu yanlışı düzelteyim. Sonucu da size yazılı olarak getireyim'', dedimse de, beni hiç dinlemedi. Gelip yeniden karşıma dikildi ve eliyle çenemi yukarı kaldırarak, ''köşeyi dönüp, sıvışmak istiyorsun değil mi''? dedi. ''Sana,bana kül yutturamazsın demedim mi? Ben, bir süper puştum'', dedi. Gene ben, bir daha ''estafurllah'' dedim ama nafile. Adam bana kafayı takmış, ''seni askere göndereceğim diyor'', başkada bir şey demiyor. Oturduğum sandalyede bir avuç kalmıştım, Ne yapıp, ne edeceğimi bilmiyor, habire albaya yakarıyorum. ''Evim, ailem köyde, bari onları memlekete götüreyim ,daha sonra yine siz beni ,istediğiniz şekilde askere yollayın''.
Uzun sözün kısası,adam, ''Nuh diyor peygamber demiyordu''. Tekrar masasına gidip oturdu. Elinin altıdaki telefonun ahizesini aldı ve bir numara çevirdi. Aldığı sese göre, ''sayın kaymakamım, iyi günler, bir asker kaçağı öğretmenini yakaladım. Sizden ricam, onu,görevinden alın. Ben onu bu akşam jandarma nezaretinde birliğine göndereceğim, haberiniz olsun. Aciliyet arzediyor efendim, iyi günler efendim'', diye ahizeyi yerine bıraktı. ''Yazıcı gel bakalım, bu kaçağın muamelesini tamamla, sülüsünü kes, bu gün bu hoca efendiyi birliğine gönderelim Burdur, 58.topçu tugayı'' diye cümlesini tamamladı. Bana dönerek iki fotoğraf istedi, ''fotoğrafımın olmadığnı'' söyledim. Beni getiren o iki eri huzuruna çağırdı ve onlara ''görev pozisyonunda kuşanıp gelin''. diye emretti. Biraz sonra pusatlarını kuşanmış askerler gelince, ''çarşıya inin hocanın fotoğrafını çektirin gelin''. Nerdeyse gün, öğlen olmuştu, Albay. ''aç olup, olmadığımı'', sordu ?. Aç değilim dedim. ''Neyse, gidip gelin öyle yersiniz. İlk karavananızı bizde yersin. Askerlere marş,marş'', çekti şubeden çıktık.
Dünyam başıma yıkılmıştı, bu adamın şakası yoktu, beni göndermeye kararlıydı. Askerin biri sağımda biri solumda, hiç konuşmadan Arapkir çarşısına indik. Fotoğraf stüdyosuna girdik ve fotoğrafçıya resim çektireceğimi söyledim. Jandarmalara, ''oturmalarını'' söyledi. Bana da bir merdiveni göstererek, ''sütüdyoya çıkın geliyorum'', dedi. Merdivenden çıkınca kapısı dışarıya açılan bir stüdyoda olduğumu farkettim. (Arapkir'n bir kısım dükkanları, yerin bayırlığı yüzünden, Hem giriş katından, girişi çıkışı vardır, hem de ikinci katında girişi ve çıkışı vardır.) Ben stüdyoda hiç oyalanmadan, kapıyı açıp kendimi dışarı attım ve oralardan hızla uzaklaştım. İlçenin çıkışında araba beklemeye başladım. Çok geçmeden Malatya'ya giden münübüsün bir yolcusuydum.
Akşam alacası denilen saatte Malatya'ya indik. Doğruca kayınvalidelerin evinin yolunu tuttum. Eşim ilk çocuğumuza hamileydi ve hesaplarımıza göre doğum çok yakındı. (Albaya ''eşimin köyde olduğunu'', söylemem bir yalandı. Bir çıkış yolu bulurum umuduyla bu yalana başvurmuştum.) Eve varınca, eşimin,doğum nedeniyle hastaneye götürüldüğünü öğrendim ve doğruca hastaneye gittim. ''Doğuma daha var'' gerekçesiyle,beni geri yolladılar.
Terzim, Necdet Ustanın dükkanında akşam yemeğini yedik. Sabahtan beri tek lokma yememiştim. Üzüntü endişe, doğum. sağlık içiçe girmiş ve ben bir ''açmazın'' içindeydim. Arada bir, hastaneye telefon edip, eşimin durumunu sorup, haber alıyorduk. Böylece, gecenin onikisini ettik. Eve gidip yatmaktan başka yapacak birşey de yoktu.
Kapının tıkırtısına uyandım, kayınvalide odaya girip, müjdeyi verdi. ''Bir oğlumuz'' olmuştu. ''Anne ve çocuğu akşama taburcu edeceklermiş'', diye söyledi. Benim o gün yapacak çok işim var sanıyordum. Yokmuş. Askerlik şubesine gittim, olanları sivil memura anlattım. Hayretler içinde kaldı. '' Sana celp gönderdiğimiz doğru. Senin kendi askerlik şubene gelmeni istedik. O adam işgüzarlık yapmış, şimdi sen, git ne zaman istersen gel, biz hiçbir cezaya tabi tutmadan seni birliğine yollarız. Eğer danıştay kararı eline geçerse, karar sonucunu bize getir, Er Öğretmen olarak askerliğini başlatalım''. (Bizler, o zaman yanlış bir agulamanın mağdurları olarak, er statüsünde on iki ay er olarak askerlik yapmamız öngörülmüştü. Bu kararın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle Danıştay'a dava açmıştık. Dava açmaktan geç kaldığım ve evrak eksikliğinden karar bana tebliğ edilemediği için,kaçak duruma düşmüştüm.)
Milli Eğitim Müdürlüğüne gittim, durumu anlattım. Onlar Arapkir Kaymakamlığını arayarak durum özeti istediler. Sonuçta tekrar göreve iade edilebilmem için, Askerlik Şubesinde, ''askerlikle bir ilişkisi yoktur'', diye bir yazı getirmemi istediler. Askerilik Şubesindeki sivil memur, ''böyle bir yazı veremem, ben, seni kendim idare ediyor, dosyanı askere alma bölümünden aldım, sakladım .Ellerine geçerse seni hemen askere gönderirler. En iyisi sen Danıştay kararını bekle'', diye cevap verdi. Böylece, bekledik karar çıksın, diye. Karar çıktı çıkmasına ama ne zaman. Tam üç ay sonra. Ancak, göreve dört ay sonra iade edildim Ama gelin, o dört ay nasıl geçti, bana sorun. Döne döne ''bir puş''t olduğunu söyleyen bir şube reisi yüzünden, benim başıma gelenler, ''pişmiş tavuğun başına'' gelmemiştir.
Türk ordusunun çok değerli subaylarına, birtakım suçlar yüklenerek, Ergenekon davaları kapsamında ,tutuklanıp Silivri Mahkemelerinde yargılanıp cezalandırıldıklar ve Türk askerinin itibarsızlaştırılma girişimleri beni çok ama çok üzmüştü. Ne var ki, yüreğimin bir yerinde bir sızı hep oldu. Acaba içlerinde o şube reisi gibi puşt olanlar var mıydı?. Bu yazımın devamını yakında yazacağım. Çünkü yaşadıklarımız bu kadarla kalmadı. ''Bu bir yaradır, zaman zaman kabuğu kalkar ve kanayıverir''.
MUSTAFA KURT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder